Biz, sana çoban ol dedik !...


Yıl 1980 ; yağmurlu bir ikindi saati...

Nisan yağmurları bereketini, sağnak halinde toprağa indirirken; oturduğu koltuğa yaslanan uzun, ak saçlı insanın da, gözlerinden yaşlar süzülüyordu,  ak sakalına...

Uzun, uzun  Kubbe-i Hadra'yı seyretti.

Üzüldüğü zamanlar da, gözlerini

Hz.Mevlânâ ' nın üzerini örten yeşil kubbeye çevirir ve " Anlamadılar !" der di.O gün ise, daha bir sitemkâr mırıldanıyor du..

" Ömrüm seni anlama ve anlatma çabası ile geçti. Son görevimi tamamlamak istiyorum, o zaman huzur içerisinde vedâ ederim, şu fani dünyaya..."

Mevlânâ Müzesi kütüphanelerinde bulunan eski el yazması ve matbu eserlerin, kataloglama ve tesbit çalışmalarında, kendisine asistanlık yaptığım değerli insan, üstâd ;

Abdülbâki GÖLPINARLI' ya sordum:

- Neden hüzünlendiniz, hocam ?

Çayından bir yudum aldı, bir meltem sigarası yaktı ve konuşmaya başladı.

- Bak kızım, insanlar okumadan, anlamadan alîm kesiliyor...

Mânâyı anlamayıp, maddeye tapanlar; kibir, nefret ve kin batağında boğulurken toplumları da felâkete sürüklüyorlar. 

Şu, gönüllere, akıllara hitâp eden, toplumu eğitmek ve doğru yolu göstermek için kendi hayatlarından vazgeçen Anadolu Erenlerini anlamadılar gitti... Anlatamadık, suç bizim ! 

Onlar ki ; yaşadıkları dönemi ve sorunlarını görmüş, mücadelesini vermiş, sabrı göstermiş, her türlü çilesine rağmen yarınları hazırlamaya koyulmuş, ilim, irfan ve imân sahibi insanlardır.

Birlik ve berâberliği ZOR'la değil, sevgi, hoşgörü ve öğütle tesis etmeye, ömürlerini adamışlardır... Kötüyü, hoşgörü ile iyileştirmeye;zulmün kolunu adaletle büküp, yok ederek, İNSAN BİRLİĞİNİ sağlama çabasına vermişlerdir, kendilerini...

İnsanımızda ki, bu anlayışsızlık, bencillik ve hâkim güç olma tutkusuna birde, cahilliğini ilâve ettin mi, tarih tekerrür eder durur...

İyi dinle, ayak sesleri geliyor !...

Millet kamplaştırıldı. Dört bir yanımızı fitne, fücur ve ihanet sardı... 

Kardeş, kardeşi boğazlıyor. Biz kendi kendimizle uğraşırken , tarihin karanlık sayfalarına yol alıyoruz.

Bugün, insanımız at gözlüğü ile bakıyor olaylara ve tarihe. Menfaat uğruna insanlar kutuplaştırılıyor, siyaset yapma adına ; tarih, din hatta tarihte bir çağa imza atmış şahsiyetler karalanıyor, iftiralara maruz bırakılıyor. Böyle ilim olmaz, böyle siyaset olmaz. Hiç kimse bugünün siyasi anlayışı ile tarihe bir mânâ veremez !...

Hz. Mevlânâ, Hacı Bektaş-i Veli, Ahi Evran ve diğer çağdaşlarının kendilerine has bir üslubu ve hitâp ettiği bir kitle var. Siz, bunları birbirine düşman edemezsiniz, oturduğunuz yerde uydurduğumuz hikâyelerle...

Araştırmıyorlar, okumuyorlar ama, konuşuyorlar !...

Ben bunları, Hacı Bektaş Veli'yi anma törenlerinde de söyledim... Arabamı taşa tuttular, kırık cam ve gönülle Konya'ya döndüm. 

Oysa ki, ben, Hz. Ali ve Hacı Bektaş-i Veli'ye gönül veren bir insanım. 

Bu insanlar, Anadoluya şekil vermiş, Türklere Millet olma şuurunu kazandırırken, İslamın özünü anlatan, toplumda huzur ve barışı temin eden gönül erleri olmuştur.

Milleti, millet yapan birliktir, dirliktir.

Devleti, devlet yapan ise; 

ADALETTİR !...

Bu, parça- buçuk zihniyetle hiç bir yere varamayız ."

Ve sözlerine ekledi;

" Bu sözlerimi, kahrımı ve öfkemi not et bir yere. Gün gelir, hocam haklıymış, böyle demişti diye, yazarsın... "

Zihnimde ve anılarımda derin iz bırakan, o günü yazmak hocama olan bir vefa borcu oldu...

Hocam haklıydı !...

Aylarca, kendisiyle çalışmaktan ve sohbetlerinden faydalanmaktan büyük keyif aldığım, GÖLPINARLI hocam;

12 EYLÜL öncesi buhranlı, gözyaşı ve yürek sızısı  dolu günlere, doğurabileceği yıkıcı sonuçlara isyân ediyordu.

Bilindiği gibi, 12 EYLÜL ve sonrası...

Cumhuriyet tarihimizde, geride unutulmayacak acılar bırakarak, yeni bir döneme doğru yol alınacaktır. 

Üstelik, yıllar ve asırlar öncesi benzeri toplumsal ayrışmaların;

Türk Milletine ne tür zararlar verdiğini bile bile , tarihimize yeni yeni sayfalar eklenecektir...

Anlamadan, okumadan ve doğru bilgiye ulaşmadan tarihi şahsiyetler le kavgalı olanlara;  hatta onların , o günün şartlarında çetin bir kavga içerisinde ve birbirlerine düşmanca tavır sergilediklerini iddia edenlere, sormak lâzım:

" Gönüllerde taht kurmuş, iyiliği, dürüstlüğü, huzur ve barışı tavsiye eden bu insanlarla uğraşmak, size ne kazandırır ?

Halkın yanında duran, HAK AŞKI ile yanan bu insanlar, yeri geldiğinde; hiciv sanatının en üst düzeyinden birbirlerini eleştirmiş ise, kime ne?

Onlar, zamanında Sultanları da eleştiriyor, gün oluyor tavır koyuyor, gün oluyor, bir devletin temel taşı oluyorlar dı...

Bunu yaparken de, Türk Kültürünü zenginleştiren ahlâk, din, sanat ve edebiyat anlayışları, edebi üslubunu oluşturuyordu...

Hz. Mevlâna , kendisinin ziyaretine gelen Sultan İzzeddin ve emirlerine kapıyı açmaz. Başka bir gün, bir sebeble karşılaştıkları ortamda da, Sultanla konuşmaz. Gitmek için hazırlanan Sultan İzzeddin, dönemin adetince bir fatiha ve öğüt ister.

Hz. Mevlâna;

" Sana ne diyeyim, çoban ol demişler, kurtluk ediyorsun. Bekçi dikmişler seni, hırsızlığa girişiyorsun. Rahman, seni padişah yapmış, sen şeytana uyuyorsun !..."

Bu sözlere muhatap olan Sultan,  Hz. Mevlâna'nın huzurundan gözyaşları ile ayrılır...

Yaşadığı çağa ve ötesine ışık tutan şahsiyetleri anlama ve anlamlandırma da , umut edilir ki, geniş bir bakış açısı tercih edilir...

Saygılarımla...