Biz, Hiç fenâlık düşünmedik !...


55 Yıl önce, soğuk bir kış sabahı...

Taş duvarlarla çevrili, tek katlı evin bahçesinde, bir kadın... Gece yağan diz boyu kar, bahçe ocağının üzerini tamamen kapatmıştır. Sabahın ayazına aldırmadan ocağı temizleyip, harlandırır... İtinâ ile, dışı çamurla sıvanmış bakır tencereyi üzerine yerleştirip, yağını da doldurur...

Geceden mayaladığı hamurla biraz pişi, biraz da bazlama yapacaktır, toprak saçta...

Pişi , çay ve köyden gelen tulum peyniri ile,  çocuklarına mükemmel bir kahvaltı hazırlayacaktır. Onları, okullarına gönderdikten sonra da, günün ekmeğini yapmaya devam eder...

Anadolu kadınları, cefayı - sefaya çevirmesini bilen akıllı, yetenekli bir o kadar da sabırlı insanlardır...

Şükür ve sabır arasında geçen ömürleri ,doğuştan tabiat ve ebeveynleri tarafından eğitilir...

Hiç, kimsenin ona ders vermesine gerek yoktur...

O dersini, ekin tarlasında, dağlarda, ev ve bahçesinde çalışırken almıştır.

Bugünün bilim adamlarına, ders verecek kadar da cesaretlidir.

Çünkü, O çalışkan ve üretkendir !...

Tıpkı, eski ataları gibi...

Ahmet YESEVİ  Hazretleri, 

Diyordu ki;

" Kitabına eğilmiş çocuk , aşını pişiren kadın, tarlasını süren çiftçi,

tezgâhtaki sanatkâr; fenâlık düşünmeye vakit bulamaz..."

Asırlardır, atalarımız yeni nesilleri, 

bu öğretiden aldığı ilhamla yetiştirdi.

Özü güzel olan insanımızın;

sözü de güzeldi, hal ve davranışları da güzeldi...

Çalışkanlık, dürüstlük, üretkenlik ve paylaşmayı ibadet kabul eden üstün ahlâkı,  O'nları döneminin bilgesi yapıyordu...

Erkekler için; " ekmeğini taştan çıkartır" , kadınlar için de, " yuvayı dişi kuş yapar" sözleri;   içerisinde çok büyük bir dersi ve yaşam biçimini barırdırıyordu.

Eski Türklerden günümüze kadar,

" EKMEK" sofranın vazgeçilmez, ana yiyeceğidir.

Atalarımız, göçer hayatın çileli günlerinde, közde ve sıcak küle gömerek pişirdikleri ekmeklere;

KÖMBE, ÖTMEK gibi isimler vermiştir.

Ekmeğin hikayesi, arpa, mısır ve tabiattan elde ettikleri yenilebilir bitkilerin , tohumlarının parşalanması, taş değirmenlerde un haline getirilmesi ile başlar...

Daha sonraları; demirin işlenmesi  ve toprağa şekil verme sanatı ile,  toprak ve saçtan imâl edilmiş, saç da pişirme yöntemine geçilmiştir.

Yerleşik hayatın sunduğu imkânlar, 

ekmek pişirme tekniklerini geliştirmiş, tandır ve taş fırınlar daha nitelikli ve çeşitli ekmek yapmalarını temin etmiştir.

Saç üzerinde yapılan ince ekmek, yöreden yöreye farklı isimlerde anılır.

Kazakistan Türkleri JUPKA, 

Türkmenler YUPKA , 

Anadolulular ise YUFKA demiştir...

2016 Yılında;

Azarbeycan,  Kazakistan, İran, Kırgızistan ve Türkiye'nin ortak başvurusu ile, " İnce ekmek yapma ve paylaşma kültürü" , UNESCO  (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından " Somut olmayan kültürel miras" listesine eklenmiştir...

Ekmek kültürü, insanlık tarihi ile başlar ve her çağın sunduğu gelişimle, çeşitlenerek devam eder.

Türkler, ekili alanlarının artması, buğday üretimi ve tarımda kaydettiği ilerlemeler sonucu; ekmeğini buğday unundan daha kolay elde etmeye başlar.

Buğday unun dan yapılan ekmek, 

Anadolu da "has ekmek" olur..

Farklı bölgelerde yaşayan Türk kültüründe, Akötmek, Katırma, Bazlama, Şepit, Lavaş, Yufka gibi isimler le anılır...

Türk kültüründe sofra ve ekmeğin önemi büyüktür.

Hatırlayabildiğim yaştan itibaren,

Merhum Babamın , her sofra kurulduğunda yaptığı şu duayı hiç unutmadım...

" Allahım, aşımızı ekmeğimizi eksik etme. Işığımızı söndürme... Ocağımızı harlandır..

Bizi, nâmerde muhtaç etme, 

Rabbim !... Amin."

Biz, Ahmed Yesevi'lerin,  Yunus Emre'nin , Mevlâna'nın hayat görüşü ile şahsiyetini oluşturmuş dedelerin torunları olarak, bugünleri hiç hayâl etmemiştik... Daha güzele yönelmek,

daha çok çalışıp, üretmek ; madde ve mânâ  alanında, bilimde, sanat da hep daha iyisini aramaya kodlanmıştı zihinlerimiz...

Bugün, sokakta yaşlı bir hanımefendiyle karşılaştım. Elinde tuttuğu poşette 4 tane ekmek vardı.

" Kuzum, şuna 7 lira verdim. Danesi, 1.75 tl.olmuş. Evde 2 torun, bir gelin var. Babaları öldü. Rahmetli amcandan kalan emekli maaşı , bir de başımızı sokacak eski bir ev var. Çocuklar, okula başlayacak, bunun yağı var, tuzu var...Elektrik ,su , yakıt belimi büktü... Ayda ben ekmeğe kaç lira vereceğim, bi diyver " dedi...

Boğazımı bir el sıktı sanki, yutkundum, gözlerimde donan yaşı saklayarak;

- 210 tl. Teyze...diyebildim...

- Yah...işte böyle evlâdım, dedi ve ağır adımlar la yürüdü, gitti...

Biz, 21.Yüz yılın ilk çeyreğini hiç böyle hayâl etmemiştik !...

Kapitalizm canavarının dişleri arasında öğütülen, buğday tanesi oldu, her birimiz...

" Evde unu olana, ödünç ekmeği kim

olsa verir..." diye bir Atasözümüz vardır...

Tarlalar ekilmiyor- boş bırakılıyorsa,

Ambarlar boşalmışsa, iş yerleri kapanmışsa,  iktisadi ve ticari hayatımız zengini daha zengin yapıyor- adaletle işlemiyorsa, 

insanı, insan gibi yetiştiremiyorsak;

bize, kim ödünç lokma verir ki ?!...

Haydi hep birlikte, şu UNESCO listesine giren ince ekmek yapalım, tüketelim,  desem...

Fırıncıların, ekmek satış büfelerinin ve marketlerin hali ne olur?...

Bir ekmek yüzünden, piyasa allak- bullak olmaz mı ?

Bu piyasayı ayakta tutan , orta gelirli ve dar gelirli halkın desteklenmesi gerekmiyor mu ?

Zihinler karışık, çözümsüz problemler beyinleri zorlarken; hayat şartları da bütçeleri zorluyor...

Türk Milleti, ne zor ve dar günler atlattı... Üzerinde taşıdığı erdemle,

sabrı da bilir, şükrü de...

Niyetler güzel, düşüncelerde fenâlık yok... 

 Atalardan miras aldığı bilgeliği ile,

sorgulamasını da bilir, fenâ düşünen, hak yiyen, dürüstlükten şaşana da,

doğru düşünmesini, dürüst davranmasını da elbet, öğretir...

Saygılarımla....