"Birileri bizimle dalga geçiyor!'


Yıl 2021. Hatta bu yılı da ardımızda bırakmak üzereyiz. Geldiğimiz zaman dolayısıyla her şeyin rayında ve kolay olması gerekirken, geçen her gün daha da zorlaşıyor hayat. 

Teknoloji aldı başını gidiyor. Fakat gelişen teknolojiyle birlikte iş gücü ve istihdam azalıyor. Gelişmelerle birlikte sektörler de değişiyor ve değişen dünyaya ayak uydurmaya çalışan insanlık da eğitimi dışındaki alanlarda var olmaya çalışabiliyor. Bu da yapılan işin kalitesini ve verimi etkiliyor. Buna karşılık eğitim sisteminde bu yöndeki iyileştirme çabası maalesef yetersiz. 

Gelelim iklim krizine. Sorun her geçen gün biraz daha büyürken, ağız kalabalığından başka bir şeyin yapılmaması ürkütücü. Öngörülemeyen bir durum değilken, yumurtanın kapıya dayanmasını bekleyen yöneticiler, önleme politikası üretmek yerine “bekleyelim görelim bir çaresine bakarız” düşüncesiyle hareket ediyor gibiler. Şu çağda sele teslim olmak, bu sebeple can kayıplarına seyirci kalmak nedir yahu? Orman yangınlarındaki durum da malum tabii. 

Bir de su sorunumuz var. Tüm dünyanın sorunu iken bizde su sorunu hiç çözülmüyor nedense. Sürekli baraj doluluk oranları paylaşılıyor, yağış yetersizliğinden bahsediliyor. Bunlara karşılık çözüm devede kulak bile değil. Yer altı kaynaklarımızı tükettik denebilir, kirlilik için söyleyecek söz bulamıyorum zaten. 

Durum şu mu? “ Biz kendimize yetecek kadarını ömrümüz yettiğince sömürelim, bizden sonra gelecek olan nesiller de başının çaresine baksın. “ Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl bir bencillik, nasıl bir gafilliktir? 

Sürdürülebilir kaynakları akılcı bir şekilde kullanmak ve yönetmek zorundayız. 

Elimizdeki kaynakları önce kendi vatandaşlarımızın yararına, maksimum faydayla kullanmak lazımken, biz ihraç etme derdine düşüyoruz. Üstelik bu heves uğruna yerli üretimi ithal ham madde vs ile yapmaya çalışıyoruz. Eee haliyle, zamanla üretebilmek için her şeyi ithal etmeye başlıyoruz. Kur sorunuyla birlikte de üretici zarar ediyor. Üretimi durma noktasına gelmiş bir ülke nasıl kalkınabilir? 

Sadece tüketime odaklı bir yaşam anlayışı felaketten başka bir sonuca ulaştırmaz. Üretim bir toplumu ayakta tutan, olmazsa olmaz unsurlardandır. 

Gübrenin ham maddesini ithal ettiğimizi, üretebilecekken satın almayı tercih ettiğimizi duyduğumda hayal kırıklığına uğradım. Bu nasıl olabilir, abartılıyor olmasın dedim. Maalesef abartılmıyormuş. Çiftçi her şey gibi gübreye de gelen zamlarla iflas bayrağını açmış durumda. Pek çoğu zarar ettiği için seneye hiçbir şey ekip dikmeyeceğini söylüyor. Zararına satış yaptıkları halde ürün tarlada, ağaçlarda kalmış. Kimi de diyor ki ; yıllardır aynı fiyata satıyorum, yeter artık... 

Üretici darda, tüketici darda, aracılarda ses yok ama sorsan o da darda... Bir kısır döngüye hapsolduk sanki. Tam da bu sorunlu dönemde birileri işlerini yürütüyor, sorunlardan hiç etkilenmeden bu darboğazdan rahatça geçiyor. 

Ekonomik adaletsizlik, kaşıkla verip sapıyla çıkaranların ekmeğine yağ sürüyor. Bu sadece çiftçi, tüketici açısından değil her kesimi ilgilendiren bir durum. Üreten her kesim sıkıntı içerisinde. Üretmek sadece ortaya maddi bir unsur çıkarmak da değil, çok iyi eğitim almış, kendini geliştirmiş ve faydalı olmak için emek vermiş nice beyinler de artık emeklerinin karşılığını alamadıkları için gidiyorlar. Beyinler böyle böyle göçüyor işte. Bu da üretimde sıkıntıdır. Üretecek beyinleri kaybetmek geri kalmak demek değil mi? İlerlemek için üretmek gerekmiyor mu? Sorunları çözmek, çözüm üretmek... 

Velhasıl, dibe sürüklenen bir haldeyiz. Sanki birileri bizim köleleşmemiz için uğraşıyor, verilene lütfedilmiş gibi davranmamızı, sorgulamadan her yapılana boyun eğmemizi bekliyorlar herhalde. 

Dilerim bu günler geride kalır. Dilerim sorunlar bir bir hallolur ve güzel günler görürüz.

Herkesin aynı anda mutlu, huzurlu olduğu bir dünya... 

Hayal mi acaba?