Ölülerle Yaşamak !...


Son yıllarda, misafir gelmeyen evlerde yaşıyoruz. Ve, zihnimde bir cümle dönüp, dönüp, her gün farklı bir anlamda, derin düşüncelere sevk ediyor, beni...

Dede KORKUT Atamız der ki;

" Misafir gelmeyen evler , yıkılsın daha iyi..."

9000 Yıl öncesine dönüyorum;

Orta Anadolunun kesintisiz, en kalabalık bir yerleşim merkezi olan,

Çatalhöyükteyim.

Konya ovasına hakim bir bölge olan,

Çumra- Çatalhöyük...

Yapılan kazı çalışmalarında; insanlık tarihi hakkında çok değerli bilgilere ulaşılan Çatalhöyük' de evler, dikdörtgen ve bitişik düzende inşa edilmiştir.

İlginç olan ise; evlerin damına açılan bir delikten, tahta merdivenle çıkılıp evin içerisine girilmesidir.

Penceresiz, ışıksız evlerin duvarları; bir sanat galerisi gibi av sahneleri ve hayvan figürleri ile süslüdür.

Vahşi hayvanlardan ve tabiat felâketlerinden korunmaya yönelik bu yapılanma biçimi, aynı zamanda içe dönük bir yaşamı da zorunlu kılar.

Oturduğu meķânı; sanat, sevgi ve düşünce ile aydınlatan insanlarda dikkatleri çeken başka bir özellik ise,vefadır.

Ölen aile bireyleri, oda içerisinde bulunan sedir gibi yükseltilerin altına gömülüyor ve onun hatıraları üzerinde bir yaşam sürüyordu.

Ölen insanla , bu beraber yaşama isteğini ve eylemini vefa duygusundan başka bir duygu ile açıklamak, pek mümkün görünmüyor.

Çatalhöyük 'deki yaşam biçiminden, günümüze kadar şekil ve duygu itibariyle çok şeyin değiştiği kesin.

Değişmeyen ise; hatıralara verilen önem ve yaşadığımız evin, yaşam tarzımızı belirleyici olması.

O günün şartlarında içe dönük bir yaşamı sunan evler ; bugün de, kalabalık kent hayatının zorlukları, sağlıksız ve güvensiz ortamı ile benzeri duyguları yaşatmaktadır.

İnsan her çağda , kendisini koruma duygusu ile yüz- yüzedir.

Korunma ve güvende olma isteği ile oluşturulan bu toplu yaşama gayreti,

günümüzde Kent yaşamını çile haline getirmiştir.

Çok katlı, beton yığınlarında yaşayan insan, soluk almada zorlanan, evinde ki davranışlarında kısıtlanan , belirli kurallara uyma zorunluluğunda, iç özgürlüğünü kaybetmiş bir robota dönüştürüldü...

Çatalhöyük 'de yan yana dizilen evlerin mantığını anlayabiliyorum...

Korunmaya yönelik...

Ancak, günümüzde 12 katlı bina mantığını anlayamıyorum...

Dip dibe yapılan, çok katlı binaların sunduğu derin yalnızlığı , depreme karşı güvensiz oluşunu, görüntü kirliliğini, hava kirliliğine katkısını,

bu bölgelerde hissedilen çok rahatsız edici lâğım kokusunun çilesini herkes çok iyi biliyor...

Bilmediğimiz faydalı yanlarını açıklayan , çok sayıda uzman da vardır, elbet...

İnsanın, kendi çaresizliğini en iyi gene kendisi bilir. Türk kültür ve geleneğine ters bir yaşama mahküm edilişimiz,

beton yığınları arasına sıkıştırılmış bir yaşama zorlanışımızın, altında yatan sebeblerde tabiî ki, belirli bir kesimin kârlılığının söz konusu olduğunu, anlamayan da kalmadı.

Bilmek, çözüm üretmiyor !...

Zaman, zaman şehrin dört bir yanını kuşatan dağların yamacına çıkarım.

Zorlama ile oluşturulan ormanlık alanların dışında, yamaçlar boş, engin Konya ovasının düzlüklerini seyreder... Esintili, temiz bir hava ve hayâl de ki yeşil Konya ovası, bağlar ve bahçeleri seyre dalarım...

Ovanın yeşil dinginliğini ve sunduğu ürünleri düşünmek, sırtınızı dağa yaslamak büyük bir huzur ve güven verir... O dağın yamacında düşünceler de yükselir, duygular da...

Ancak; yükseklere ve yüksek ideâllere tırmanmak oldukça zordur, emek ister.

İnsanın en zor yolculuğu da , kendi düşüncelerinin zirvesine tırmanmasıdır.K olay olandan vazgeçmek, zor olanı yaşanabilir kılmak, ulvî amaçların sonucudur...

Ve, dersiniz " bu şehir neden bu yamaçlara kurulmamış ? Neden verimli , güzel ova taşlaştırılmış ? "

O dağın yamacında hayâllerinizden sıyrılıp , şehrin feryadına kulak verdiğiniz de ve ona uzaktan baktığınız da;d umanı tüten bir yangın yeri görürsünüz... 

Taş yığınları arasında, çığlık atan, doğaya hasret, huzur ve sükûn isteyen insan seslerini, duyarsınız uzaktan...

Dönmek şehre , ölülerle yaşamak gibidir !...

Eprimiş hatıraların kölesi olanların; bugünleri plânlama da , yaşanabilir bir dünyayı yeniden kurma da ne kadar yetersiz olabileceğini anlamış halinizle;

11.kattaki evinizin penceresini kapatırsınız, " aman is gelmesin !..."

Kapı da arkadan sürgülenir ve iç dünyanızda bir yolculuğa çıkarsınız, yarınlara doğru...

Nasıl olsa, misafir de gelmeyecektir.

Yıkılmamış binaların, manevi yıkıntıları arasında, yaşama direnmek te kaderiniz olur.

Ya da, Çatalhöyükte ki yaşamı  özlersiniz !...

Saygılarımla...