Ölmek mi, Doğmak mı ?...


"Sen, ölümün ölümsüz bir yaşayış olduğunu bilseydin; gönlün hiç korkmazdı, durmadan onu isterdin."

Hz.Mevlânâ

 

Kar taneleri toprağa kavuşma telâşında. Mevsimin ilk kar yağışının vuslat zamanında gerçekleşmesi de, bir başka güzel.

Kar;  toprakla buluşma hazzında iken, gecenin ayazı yürek yangınlarına deva olma derdinde...

Ölmeden ölümü tadabilmek, anlayabilmek: gönül gibi, gönül taşıyabilmek beden kafesine hapis olan cana ve akla zor mu, zor !...

Ölüm; geride kalanlara hasret ve yürek sancısı... Bedenden kurtulan can 'a ise ; özgürlük, ait olduğu önsüz-sonsuz Yaratıcı' nın  sonsuz varlığında, yok olmak, kavuşmak ve buluşmak !...

İnsan, vakti geldiğinde kendisinin de bu dünyada ki geçici varlığının sona ereceğini bilmesine karşın, ölen yakını ve dostu için yana-yakıla, Ahh eder. Feryat - figan ağlamalara koyulur. Vedalaşmanın yangınını gözyaşları ile söndürme gayretinde, içten içe  de haykıran pişmanlık sesini susturabilmenin savaşındadır...

Birlikte yaşadığı Dünyada aynı havayı solumuş, dizinin dibinde oturmuş ama, O'nu anlayamamıştır.

Varlığında - yokluğunu, yokluğunda - varlığını algılama ve düşleme acizliği kor ateştir, yürekte...

Gidene, gitme -kal deme gibi bir şansı da yoktur.

Oysa ki ; giden ve gitmekte olan, bedenine ağır gelen bir gönülle anlatır; ölmeden önce ölmenin erdemini. Gönlünü ezen Dünya gamından kurtulmak istediğini, haykırır taşa- toprağa...Ve, der;

"Mezârımızı yeryüzünde aramayınız, bizim mezarımız , arif kişilerin gönüllerindedir.." 

O, gönlünde yaşattığı irfan sahibi kişilerin ;  gönlünde yaşamayı amaçladı, sonsuza kadar...

Geçen ömrünün çabası da ; doğruyu, gerçeği, Hak'kı, haklıyı ve Aşk'ı anlamak, bilmek ve anlatmaktı.

Hz. Mevlânâ der ki; "Şu iğreti bedenin içinde, bağışlanmış bir define var. O verdikçe veren cömert kişinin şu bağışını can'ında ara.

Balçıktan kurtuldun mu, hemencecik gönül bağına girersin."

İnsan ; beden, can, akıl ve gönül sahibi varlık. Gün olur,bedeninin ve aklının emrine girer ;  gün olur, canın ve canânın  gölgesinde serinler.

Hayat bir denge üzerine sürer gider. İnsan, üzerinde taşıdığı değerler ile bedeninin ve salt aklın kulu- kölesi olmadan bir yaşam sürdürebiliyorsa; gönül ikliminin sultanı Yüce Allah'ın  emir ve buyrukları doğrultusunda bir yaşam hikâyesi olacaktır.

Yetinmeyi, sevmeyi, adaletli davranmayı, merhameti, saygıyı, vefayı ve çoklukta birliği, beden- akıl ve gönül sentezinde bulacaktır.

Ve, " Hiç akletmezmisiniz ?" sorusunun muhataplarından da olmayacaktır.

Bu arayış ve bulma süreci fedâkârlık ve sabrı gerektirir.

Fedâkârlık ve sabır neye, kime ?

İnsanın, kendisine ve isteklerinedir...

Kendisini hiç tükenmeyen arzu ve isteklerinden koruma çabası gösteren, hırs ve tamahtan kaçınan insan ; Dünya'da adalet ve huzuru tesis eden bir gönül eri olacaktır.

Yaşanmakta olan zamanda, buhranlı bir yolda yürünülüyorsa, her kişi; kendisine, geleceğine ve insanlığa göstermesi gerektiği  fedâkârlık, sabır ve hoşgörüsünü sorgulamalı !...

Görecektir ki, vazgeçemediklerinin sonucu ; adaletsizliğin,haksızlığın, kul hakkına girmenin ve gönül yıkmanın nedenidir !...

Gönül ve can'ın değersiz kılındığı  bir Dünya da, huzur ve barış içerisinde yaşanamayacağını; sonsuz hayata göçerken de, gönül taşıyan bir can huzurunda gidemeyeceğini bilmeli, insan !... 

Hz.Mevlânâ gönül ehli olmanın huzurunda, şöyle seslenir;

"Gönül sevgilisinin bulunduğu yere gitmek için, evini- barkını bıraktı. Fakat bir de baktı, gördü ki ; sevgilisinin evi- barkı meğer gönülmüş...

Gönül, yok oldu da, kendi kendini isteyen de benim, istenen de ben sözünün  anlamı anlaşıldı, açığa çıktı."

Ruhu Şadolsun...

Saygılarımla...