Ekonomik sistemin işleyiş mekanizması vücut sisteminin işleyişine benzer


Yaşar Erdinç'in krizlerin belgesel romanı olarak adlandırdığı ve 2001 krizi dahil dünyadaki belli başlı krizleri romansı bir kurgu ile incelediği; “Para Harekatı” isimli kitabından günümüzde de yaşanan ekonomik krizin değerlendirmesine ışık tutacak bölümlerinden 2. bölümü okuyucularımızla paylaşmak istedim.  

“Aslında bir ekonomik sistemin işleyiş mekanizması ile vücut sisteminin işleyişi arasında pek çok açıdan benzerlikler vardır. Bu sistemde finansal piyasalar kalbi temsil ediyor. Nasıl ki, kalp toplardamarlar vasıtasıyla kanı topluyor ve vücudun en ücra köşesindeki hücrelere gönderiyorsa, finansal piyasalar da ekonominin kanı olan fonları yani paraları topluyor ve buna ihtiyaç duyan bütün kesimlere gönderiyor. İnsan vücudu enerji üreten bir mekanizmadır. Üretim, en küçük birimler olan işletmelerde gerçekleşir, vücudumuz da ihtiyaç duyulan enerjiyi hücrelerinde gerçekleştiriyor. Bu anlamda işletmeler hücreler gibidir. Sonuçta vücudunuzun ürettiği enerji, bir yazar için beyin çalışmasına veya bir inşaat işçisi için fiziki güce dönüşüyor. Yani enerji üretimi, çalışıp para kazanmanız, bu da ihracat yapmanız anlamına geliyor. Kazandığınız para ile de gıda alıyorsunuz, yani ithalat yapıyorsunuz ve sindirim sisteminizde işleniyor. Böylelikle gıdalar sayesinde taze kan üretiliyor. Kandaki mineraller ne kadar zengin olursa, kendinizi o kadar güçlü ve enerjik hissediyorsunuz, böylece bünye yeni hücreler oluşturarak büyümenizi sağlıyor. Eğer kalpte bir sorun varsa ve kalp kendi kas hücrelerine kan gönderemiyorsa, kalp hücrelerinin ölmesi kalp krizini yaratıyor. Vücudun diğer bölümlerine kan akışı duruyor ve kısa sürede ölüm riski doğuyor.  Dolayısıyla finansal sistemdeki bütün tıkanıklıkların giderilmesi gerekir. Kasım 2000 krizinde Demirbank hücresi ihtiyaç duyduğu kanı sağlayamadı ve bu hücre öldü. Ardından birçok banka hücresi de peşi sıra ölmeye başladı. Hatırlayınız, kriz sabahı nakit akışı durmuştu. Bankamatiklerden hesabınızdaki parayı bile çekemediniz. Yani finansal piyasaların kaslarına kan taşıyan damarları tıkandı.“ S. 64-65
Kamu kesimi, vücutta beynin fonksiyonunu yerine getirir
“Kamu kesimi, vücutta beynin fonksiyonunu yerine getirir. Beyin emirler yağdırır, kuralları koyar, denetler ve üretir. Bir an için kamu kesiminin bütün fonksiyonlarını durdurduğumuzu varsayalım.  Örneğin belediye otobüsleri çalışmıyor, elektrikler kesik, sular akmıyor, devlet memurları yerlerinde yok ve bütün devlet daireleri, okullar, kamu kuruluşları kapalı. Merkez bankası işlevini görmüyor, bu nedenle bankalar kapalı. Nasıl bir ortam olacağını düşünebiliyor musunuz?” S.66
“Türkiye’nin 2001 krizinden bahsediyordum. Ülkemize baktığımızda ise, durum oldukça ilginç görünüyor. 2001 krizi öncesinde ve sonrasında kamu kesiminin har vurup harman savurma politikası yüzünden devlet borçları hızla arttı. Adeta beyindeki bir tümör gibi hızla büyüdü. Kalbin gönderdiği kanı, sürekli bu tümör emiyor ve beynin diğer fonksiyonlarını yani eğitim, sağlık ve yatırımı cılız bırakıyordu. Bu nedenle vücudun diğer üretici bölümlerine giden kan akışı da zayıfladı.  Kriz sonrasında bankaların batışları ve kamu bankalarının zararları, borcun üzerine 50 milyar dolarlık bir yük daha bindirdi ve tümör hızla büyüdü. Bu tümörü almanın iki yolu vardı. Ya cerrahi müdahale yani konsolidasyon (borçların ertelenmesi) ya da ilaçla müdahale, yani mali disipline önem veren sıkı bir ekonomik program uygulanması gerekiyordu.  “ s.67
“Karaciğer, kas ve iskelet sistemini reel kesime benzetebiliriz. Bir bakıma karaciğer reel kesimin merkezi, ya da imalat sanayisidir. Kan ve enzimler burada yapılır. Eğer karaciğer yeni kan üretemezse, kalp vücuda kan pompalasa bile, yeterli kan üretilmediği veya kanın kalitesi düşük olduğu için vücut zayıf ve güçsüz düşebilir. Her bir hücre, yani büyük-küçük her işletme müthiş bir rekabet ortamı içinde üretimlerini devam ettirmek durumundalar. Bir işletmenin faaliyetinin sağlıklı devam etmesi için en önemli unsur, yeni kan yapılması ve bu kanın da vücuda dağılmasıdır. Yani fon ve nakit akımıdır.” S.68
Enflasyon vücuttaki ateşe benzer
“enflasyon vücuttaki ateşe benzer. Eğer enflasyon kontrolden çıkmış ve yüksekse, ekonomi güçsüz düşer ve çalışamaz duruma gelebilir. İşletmeler de yüksek enflasyonda halsiz ve güçsüz düşerler. Çünkü önlerini göremezler, kârları ve sermayeleri erir. Yani üretilen enerji heba olur. İşte bu yüzden para politikasının uygulayıcısı ve tek sorumlusu olan kurum, özerk merkez bankasıdır. Merkez bankalarının en önemli hedefi düşük enflasyon ve istikrarlı bir ortam yaratarak, reel kesimin öngörülebilir bir ortamda çalışmasını, büyümenin istikrarlı bir seviyede sürdürülmesini sağlamaktır.  Gördüğünüz üzere, finansal sistemin başındaki merkez bankasının kararları reel kesimin sağlığını direkt olarak, yakından ilgilendirmektedir.” S.69
““Ödemeler dengesi ekonominin sindirim sistemidir. Gıdayı ağızdan alırsınız, sindirilir, bağırsaklara gelir ve karaciğerde kana dönüşür. Kanın içindeki mineraller ne kadar güçlü olursa enerji yaratma potansiyeliniz de o kadar güçlü olur. Dış ödemeler sistemini daha önce anlatmıştım. Yaptığınız ihracat, bütün vücudunuzla çalışıp elde ettiğiniz gelirdir. Bununla gerekli gıdaları satın alarak, yeniden enerji üretirsiniz. Eğer ihracatınızdan fazla tüketiyorsanız, aldığınız maaştan daha fazla tüketiyorsunuz demektir. Yani birilerinin size kredi açması gerekir. Ayda 1 milyar TL kazanıp, 1 milyar 500 milyon TL harcıyor ve bu sayede üretmeye devam ediyorsanız, aldığınız ek gıdalar yüzünden vücut hızla gelişir. Fakat her ay açık verirsiniz. Biz buna cari açık adını veriyoruz. Cari açık tasarruf açığınızdır ve aynı zamanda dış borçlarınızdaki yıllık artıştır. Sonsuza dek sürdürülemez. Eğer aşırıya giderseniz, vücut çok hızlı gelişse, üretim kapasitesi artsa bile dışarıdan gelen kaynak kesildiği anda ciddi sorunlar başlar. Dışarıdan gelen kaynağın kesilmesi durumuna sudden stop, yani aniden durma adı veriliyor. Türkiye’nin geçmişte yaşadığı krizler hep bu ayaktan yani ödemeler dengesi problemlerinden kaynaklanmıştır.” S. 70-71
“2001 krizine girmeden önce, önceden belirlenmiş bant içinde dalgalanan kur politikası vardı. Yabancılar kaçmak istediklerinde hangi fiyattan dövizi alabileceklerini biliyorlardı. Çünkü Merkez Bankası bunu garantilemişti. Kurları baskı altına alarak enflasyonu indirme çabası birçok gelişmekte olan ülkede sonunda patladı ve bizim ülkemizde de aynı durum oldu. Bu tür zamanlarda merkez bankaları elindeki döviz tükeninceye kadar isteyenlere döviz satar ve bitince de mecburen sistem çöker ve ardından devalüasyon gelir. Bu tür zamanlarda uygulanmakta olan kur sistemine güvenerek döviz borçlananların sonu gelir. Çünkü borçları döviz, ama gelirleri yerel para cinsindendir. Dolayısıyla bir gecede borçları yerel para bazında iki katına çıkmış olur.  Nitekim 2001 yılı Şubat ayında olan da buydu. Üç gecede 7 milyar dolara yakın bir nakit çıkışı oldu. Bir bakıma sindirim sistemi tersine dönmüş ve ekonomi yediği gıdayı kusmaya başlamıştı. Dilerim bu tür bir teste yeniden maruz kalmayız.” S.71-72
““Kalp kanı vücuda belirli bir basınçla pompalıyor. Dolayısıyla faizi büyük tansiyona, kur hareketlerini de küçük tansiyona benzetebiliriz. Vücutta genellikle her ikisi de aynı anda yükselme ve düşme eğilimindedirler. Ekonomide de faiz ve kur aynı yönde hareket eder. Faizler yükselişe geçmişse genellikle kur da yükselişe geçer.” S.82
“Krizlerin neredeyse tümü, finansal piyasalarda başlayan tansiyon değişimi ile olmuştur.” S.88
“Bir ulusal ekonominin en önemli hedefi kısa vadede büyümeyi artırmak, uzun vadede ise kalkınmayı sağlamaktır. Büyüme arttıkça bireylerin refahı artıyor. Fakat, istikrarlı büyümenin sağlanması gerekir. Yüksek büyüme oranından ziyade, istikrarlı büyüme ve sonuçta kalkınma çok daha önemlidir.” S. 89
““Enflasyondaki belirsizlik, finansal piyasalarda belirsizlik, siyasetteki belirsizlik, dış ilişkilerdeki belirsizlik, ekonomik programda belirsizlik… Yani hepsi büyümeyi sekteye uğratabilecek başlıklardır. Belirsizlikler ne kadar azalırsa, istikrarlı büyüme o kadar kolay olur. İşte bütün bu faktörleri iki ana başlık altında topluyoruz. Birincisi ‘siyasi gelişmeler’, ikincisi de ‘ekonomik gelişmelerdir’” s. 90
“borç verenler işler iyiyken sizlere istediğiniz kadar kredi açarlar. Adeta para yağar. Bu sayede yüksek getirilerinizden yararlanırlar. Ama işler bozduğu anda arkalarına bakmadan kaçarlar. Ayağını yorganına göre uzatmasını bilmeyen birçok ülkenin krizi hep buna benzer şekilde gelişmiştir” s.97
Krizlerin neredeyse tümünün finansal piyasalarda başlayan tansiyon değişimi ile olduğu dikkate alınırsa yaşanan krizleri bilimin ve ekonominin kurallarına göre yöneterek ekonomimizin sağlam temellere oturması temennisi ile…