Gün, Fırtınalı Gece !...


Gecenin uğultusu, 

kuzeyden esen rüzgâr ve savrulan kar taneleri, bir başka baharı yaşatıyor...

Yıllardır kara bulutlar sardı, insanlığın ufkunu...

Shakespeare; "Bu kadar karanlık bir gökyüzü , fırtınasız açılmaz..." diyordu... Sonunda koptu fırtına... Esiyor, yükseklerde çetin rüzgârlar.

Dünya siyasetini ve uluslar arası ilişkileri de savuruyor, kuzey - güney arasında...

Umuda, barışa atılacak bir adımın çabasını taşıyan, üç ülkenin dış işleri bakanları güney sahillerimizde buluştu.

Her ne kadar, yapılan müzâkerelerde kesin bir sonuca varılmış olmasa da; dostluk ve tarafsızlığını sürdürme gayreti içerisinde bulunan Ülkemiz adına;  Rusya ve Ukrayna Bakanlarını konuk etmek, müzâkerelere aracı olmak güzel bir gelişmedir. 

Bombalanan şehirlerin dumanı insanlığı boğârken, daralan ekonomi, alım gücünün düşmesi, dış ticarette aksamalar ve tüm ülkelerde gözlenen panik, ülkeleri ciddi tedbirler almaya yönlendirmektedir.

Barış içerisinde yaşamanın kıymetini bilemeyenler; savaşan ve seyreden ulusları ile , savaşın korkutucu sonuçlarını bertaraf etme derdine düştü...

Savaş ortamının sunduğu sosyal ve psikolojik zararların ötesinde ; can kayıpları, savaş mağdurlarının göç etmesi, yıkılan- yakılan kentler, tahrip edilen doğa ve büyük ekonomik kayıpların yaşandığı günlere tanıklık ediyoruz...

Kısıtlamalar, yaptırımlar ve ölümlerle yazılmış bir sayfa daha ekleniyor, tarihe...

Batı Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından uygulanan yaptırımlar, Rusya ekonomisine olumsuz etki yaratacak olsa da; bunların karşılıksız kalmayacağı da bir gerçek.

Bölgesinde bir süper güç olan Rusya, Avrupa' nın doğalgaz ve petrol talebinin %40'nı arz ederken; "vanaları kapattım " dediği zaman, Batı Avrupa ülkeleri ne yapar ?...

Her ne kadar güçlü bir ekonomiye sahip olsalar da, doğalgaz temininde dışâ bağımlılılar ...

Enerji, hammadde, gıda ve teknolojik malzeme tedarikinde birbirine muhtaç olan ulusların ortaya koyduğu tavır; Ukrayna üzerinde biriken kara bulutların dağılmasını temin edebilecek mi ?...

Elbette, kendi savaş ve strateji uzmanlarının kendi gerçekleri üzerine öngörüleri mevcuttur...

Ancak, güçlü ekonomilerine güvenerek, bir bardak suda kopardıkları fırtınada boğulan insanların, işkence görenlerin, yokluğa ve kıtlığa mahküm olanların ağır vebalini nasıl taşıyacaklar ? 

Savaş senaryoları ile Dünya ya hakim olma çabasını taşıyan; 

Avrupa, ABD ve Rusya'nın güçlü ekonomileri nereye kadar, nasıl dayanabilecek ?... 

Bu fırtınalı vadide, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri çok zor günler bekliyor... Doğalgazı, petrolü, gıdayı, sanayi ürünleri tedârikini ithalâtla temin eden ülkelerin, ürün temini, nakliye ve fiat artışları karşısında darboğaza gireceği şimdiden belli oldu...

Ulus devletini koruyamayan, Dünya ülkeleri, aslında bu günleri kendi elleri ile hazırladı...

Ulusal sınırların korunması kadar ; milli ahlâk, kültür, eğitim, tarım, sanayi ve endüstri alanlarının korunup geliştirilmesi,ekonominin can damarını ve bağımsızlığın temelini oluşturuyordu...

Küreselleşen yeni dünya düzeni, ulusları ; hazır, kolay temin edilebilen ürünlere yöneltti...

Modern çağın sunduğu imkânlar, uluslar arası artan ilişkiler, ticaret hacminin büyümesi, ulaşım imkânlarının artması, iletişim teknolojisinin sunduğu kolaylık ; ülkesinde üretmesi mümküm olduğu halde, maliyetini yüksek bulduğu ürünü, ithalât yoluyla bir başka ülkeden temin etmenin, daha ucuza malolacağı fikrini aşıladı. Bu teori, hayata geçirildiği zaman görüldü ki ; hazır ürüne çok çabuk ulaşan ülke insanları arasından, üretmeden- tüketen, para ve finans hareketlerinden, gayri ahlâki ve yasal olmayan yollardan kazanç teminine yönelen bir kitle ortaya çıktı..

Çöken toplumsal ahlâk ve bozulan üretim dengesi , emperyalist güçlerin de sermayesi ve pazarını oluşturuyordu..

Ülkemizden bir örnek vermemiz gerekirse Anadolu topraklarında neolitik çâgdan günümüze kadar tarım yapıla gelmiştir. Çatalhöyük kazılarında bulunan buğday örnekleri incelendiğinde; günümüzde,  "ata tohumu " olarak nitelendirilen buğday tohumları ile aynı özellikleri taşıdığı görülür... Tarih öncesi çağlardan beri Anadolu, öncelikle İç Anadolu bölgesi, bir buğday ambarı özelliğini taşır. Toprak verimli, ürün kaliteli ve besleyicidir.

Doğru ve zamanında yapılan ekim, modern tarım teknikleri ile de desteklendiğinde ülke ihtiyacını karşıladığı gibi ihtiyaç fazlası ürünle de , ülke ekonomisine katkı sunar.

Ayrıca , buğday 'ın kendine has bir kültürü vardır. Emek ve ekmek arasında , Anadolu'ya has insan şahsiyetini yetiştirir... Süreklidir, toprağın ve emeğin bereketinde , gösterilen sabrın ödülünü sunar, hasat zamanı... Buğday , bir varoluş hikâyesidir !...

Böyle verimli bir coğrafya da, Türkiye'nin ithalât ve ihracaat verilerine baktığımızda ; Rusya ve Ukrayna 'dan ithâ  ettiğimiz ürünler arasında tahıl ikinci sırada yer alır... 

Bütün topraklarımız ekildi de, kaldırılan ürün yetmedi mi ?

Çiftçimize verilen destek yeterli mi ?

Toprak verimini artırmada ne gibi çalışmalar yapıldı ?... 

Sulama projelerinden köylü ve çiftçi hangi koşullarda yararlanabiliyor?

Buğday taban fiyatları, ekilen buğdayın maliyetini karşılıyor mu ?... Bu sorulara benzer bir çok , yönetim ve tarım politikalarını ilgilendiren sorularla yüz- yüze geliriz...

Bu soru ve sorunlara çözüm üretmede zorlanan yönetim, kolay olan ithalât yolunu seçerse, daha büyük toplumsal sorunlara da zemin hazırlanmış olur...

Kolay ve ucuz elde edildiği sanılan her ürün çeşidi için, aslında Millet ağır bir bedel ödemektedir, dışa bağımlılık !...

Kapitalizmin dönen çarkında, pandemi sürecinin insanlığa açtığı yaraların henüz sarılmamışlığında; ekonomik krizlere çare arayan ulusların gündemine bir de savaş ekonomisi düştü !..

Gün karardı, fırtınalar çetin esiyor.

Şimdi , ekonomi kurallarına ; savaş ve sonrasında gelişecek yeni durum ve ilişkilere göre, yeni kurallar eklenecek... Olâğanüstü halin getireceği daralma da , insanlara taşıdığı ağır yüklere, yenilerini ekleyecek...

Hiç kimsenin kârlı çıkmayacağı bu çetin kavgada, emperyâlist ülkeler; durgun bir ekonomi, enflâsyon yaşayacak olsa da, kurulan düzen gereği güçlü , gücünü korumasını bilecektir... 

Geri kalmış ülkeleri daha da geriye çekerek açlığa, yokluğa mahküm edecektir... Gelişmekte olan ülkeler ise ; elinde bulunan varlıkları kullanma yeteneğini gösterebilir ve çağın gereklerine uygun politikalar üretebilirse, daralan alım gücüne rağmen varlığını, dışa bağımlı olsa da sürdürebilecektir...

Atalarımız derdi :

"Taktir, tedbire bağlıdır!..."

Milli duygu ve düşüncelerimizin; söylemden- davranışa dönüşmesi, ekonominin, eğitimin, üretimin , toplum ahlâkı ve kültürünün temel prensiplerini oluşturması, en büyük tedbir olacaktır...

Küresel fırtınanın önünde sürüklenmeden, köklerimize sarılmak, üretmek ve çalışmak, yeni neslin kurtuluşu olacaktır...

Esen kalınız...