Nebevî sünnete ne kadar tabi oluyoruz?


İlk insandan itibaren Allah Teâlâ, insanların doğru yolda yürüyebilmeleri, tevhid inancına sahip olabilmeleri için resuller göndermiştir. Her kavme kendi dillerinde rehberlik yapmak üzere gönderilen peygamberlerin bir kısmı Kur’an-ı Kerim’de zikredilirken birçoğunun ismi de zikredilmemiştir. Hz. Adem (as) ile başlayan risalet görevi Hz. Muhammed Mustafa (sav) ile birlikte son bulmuştur.

Müminin hayatında şaşmaz kılavuz Kur’an’dır. Kur’an’ı okuyacak, anlayacak, emir ve yasaklarını da hayatına uygulayacaktır. Kur’an’ın ilk muhatabı, tebliğcisi ve açıklayıcısı olan Peygamber Efendimiz Kur’an’ı nasıl anlamış ve hayatına nasıl uygulamışsa Peygamber Efendimizin Sünnetini yerine getirmek isteyen Müslümanlar da aynı şekilde yaşantılarını tanzim etmelidirler. Peygamber Efendimizin ferdi yaşantısından ibadetlerine, aile ve toplum içindeki davranışlarından, devlet işlerine kadar bütün fiili ve sözlü uygulamaları asrı saadetten günümüze rivayetlerle aktarılmış, birçok eserde bunlar toplanarak günümüze kadar ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin sözlü rivayetleri hadis, uygulanagelen söz ve filleri de sünnet adını almıştır.

Kur’an-ı Kerimde “Peygamberin Sünneti” şeklinde bir ifade yer almamaktadır. Bununla birlikte O’na tabi olma ve itaat etme ile ilgili birçok ayet bulunmaktadır. Allah (cc), “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) buyurmaktadır. Ayette belirtilen Peygamber’in üstün ahlâkı ve örnekliği manasındaki üsve nitelemesi, sahâbe ve sonraki nesiller tarafından Peygamber’in sünneti olarak tanımlanmış, O’nun sünnetini kendilerine model alarak yaşama gayreti içerisinde olmuşlardır. Yüce Allah, Hz. Peygamber’in tüm inananlar için örnek olduğunu bildirdiğine göre, Hz. Peygamber’in sünneti ancak onun amelleri, amellerindeki maksadın iyi ve doğru bir biçimde anlaşılarak yaşanması ve korunmasıyla mümkündür.

 

Sünnet, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve onaylarının ortak adıdır. Kur’an’ın hayatta uygulanma şeklidir. Şer’i delil olarak Kur’an’dan sonra müracaat edilen kaynaktır. Sünneti kaynak olarak kullanmadan, İslâm dinini doğru anlamak ve İslâmi ilimleri, Kur'an'ın ruhuna ve zamanın şartlarına uygun olarak geliştirmek mümkün değildir.

 

Müslümanlar arasındaki kanlı mücadele İslâm’la bağdaşır mı?

 

Yeni fetihlerle İslâm coğrafyasının genişlemesi, İslâm’a yeni girenlerin eski inanç ve düşünce yapılarının etkisi, İslâm düşmanlarının nifak çalışmaları, siyasi ve asabiyet duyguları zamanla birçok hurafenin dinin aslı imiş gibi anlaşılmasına sebep olmuştur. Akideyi zedeleyecek düşüncelerin tartışılması ve taraftar bulması birçok fırkanın oluşmasına, bunlarla mücadele için itikadi ve ameli birçok mezhebin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Hatta benimsedikleri inanç sayesinde kendilerinden başkalarını mümin görmeyen, tekfir eden harici bir anlayışın estirdiği terör, sahabe olma şerefine nail olanların dahi katledilerek şehit olmalarına sebep olmuştur. Bu anlayışın günümüzde de değişik isimler altında varlıklarını sürdürdükleri, İslâm dünyasında Müslümanlara karşı güya İslâm adına silahlı mücadele yaptıklarına üzülerek de olsa şahit olmaktayız. Ortaçağ Avrupa’sında Katolik ve Protestan mezhepleri arasında yaşanan savaşların benzerlerinin İslâm dünyasında olması düşündürücü değil midir? Kur’an ve sünnet doğru anlaşılsa Müslümanlar arasında bu kanlı mücadeleler olur mu?

Bu mücadeleler İslâm adına değil emperyalistlerin kuklalarına yaptırdıkları vekalet savaşlarıdır. Emperyalist efendilerine yaptıkları hizmetten vaz geçmeleri, maddi manevi enerjilerini İslâm’a hizmet yolunda kullanmaları için uyarmak ve uyandırmak bütün Müslümanlar üzerine bir sorumluluktur. Bunun için; İslâm’ın doğru anlaşılması ve insanlığın huzur ve refahı için İslâm Rönesans’ına ihtiyaç vardır. Rönesans’la kastedilen İslâm’da yenilik ve değişim değil hurafelerden arındırılmış, İslâm’ın özüne uygun düşünce ve inanç sisteminin günümüz şartlarında canlı tutulmasıdır.

Rönesans hareketi batıda ruhban ve kilise dayatmalarına karşı gerçekleşmişti. İslâm’da batıda olduğu gibi bir ruhban sınıfı yok ama İslâm’ın yanlış anlam ve yorumlanmasından kaynaklanan, olağanüstü güçlere sahip olduklarına inanılan masum ve hatasız nice şeyhler, tarikat liderleri vardır. Liderlerinin Allah ve resulle konuştuklarına inanan müritler vardır.  İslâm ile alakası olmayan yapı ancak İslâm dünyasında gerçekleşecek Rönesans çalışmaları neticesinde müslümanların öze dönmeleri ile değişebilecektir. Bunun için Kur’an’ı ve Sünneti doğru anlamak ve doğru yorumlamaktan başka çare yoktur.

Günümüzde Müslümanlar maalesef şekilci bir sünnet anlayışına sahiptirler. Allah resulünün verdiği tevhid mücadelesi, Kur’an’ı anlama ve yaşama, cihad anlayışı, beşeri ve sosyal ilişkilerde takip ettiği metottaki ilke ve prensipler dikkate alınmadan sünneti yaşamak iddiası hayalden öteye geçemez. Peygamberin bedevi bir toplumdan medeni bir toplum inşa sürecini, cahiliyenin nebevi sünnetle nasıl sona erdiğini anlama gayreti olmadan sünnet yaşanmış olamaz. Sünneti bazılarının yaptığı gibi yemeğe tuzla başlamak, yakasız gömlek giymek, baston taşımak … gibi birtakım şekli ritüellere indirgersek sünnetin ne olduğunu anlamak için daha çok gayret göstermemiz gerekiyor demektir. Dünya nüfusunun dörtte birinin Müslüman olduğu günümüzde Müslümanlar arasında birlik beraberlik sağlanamıyorsa, son on yıl içerisinde Müslümanlar arasındaki çatışmalardan dolayı milyonlarca insan hayatını kaybetmişse, milyonlarca insan da evlerinden yurtlarından olarak başka ülkelere sığınma ihtiyacı hissetmişse bu yaşananları İslâm’ın hangi özelliği ile izah edebilirsiniz? Peygamber Efendimiz “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizi, Nesai) buyurmaktadır. Müslümanlar birbirinden emin değilse, birbirlerinden emin olmayan Müslümanlar kime İslâm’ın mesajını anlatarak İslâm’a davet edecektir?