SORGULA-MA! 


   İnsanlığın en büyük sorunlarından biri olan sorgulama yeteneğinin körelmesinden bahsedeceğim bu yazımda.

    İnsan körü körüne inanan, sorgusuz sualsiz itaat eden bir varlık olmamıştır, olmamalıdır da zaten. 

    Bunu okuyunca aklına din gelecek pek çoğunun. Aslında çok geniş kapsamlı bir konu bu. Her şeyi içerisine alabilecek kadar geniş. 

    Biz bu konuda parçadan bütüne gidelim isterseniz, daha anlaşılır olması açısından. Yani bireyden topluma uzanan bir düşünce yolculuğu yapalım. 

    "BEN KİMİM?" 

    Kendinize bunu hiç sordunuz mu? Peki cevap verirken yani kendinizi tanımlarken " birilerinin bir şeyi" olarak mı tanımladınız? Mesela eş, anne, baba, evlat, çocuk, kardeş, arkadaş,... 

    Ne için var olduğunuzu, dünyadaki varlığınızı, bu varoluş süresince ne yaptığınızı düşündünüz mü hiç? 

    Kendinizi anlatırken daha çok nelerden bahsediyorsunuz mesela? Varlığınızı temellendirdiğiniz argümanlarınız neler yani? 

Makamınız mı? Fiziksel özellikleriniz mi? Paranız, malınız vs. mi? Nedir size anlam katan, hayatınızın merkezinde olan? 

    En çok bahsettiğiniz şey, basit bir mantık yürütmeyle ya en çok övündüğünüz ya da eksikliğini hissettiğiniz şey olmalı. Yanılıyor muyum? 

   BEN NE YAPIYORUM? NASIL YAPIYORUM? 

   Var olduğumuz süre içerisinde hareket halindeyiz, öyle ya da böyle bir şeylerle meşgul oluyoruz. Peki ne yapıyoruz? Ne için yapıyoruz? Nasıl yapıyoruz? 

   Bu soruların cevapları nasıl bir insan olduğumuza dair bilgiler içeriyor tabii. Hırslı, bencil, uyumsuz, çıkarcı... ve daha niceleri... 

Ya da, yapıcı, uyumlu, çözüm odaklı, hümanist, saygılı, özverili gibi. 

   Yaşadığımız ya da yaşadığımızı sandığımız bu zamanda, maalesef sonuç odaklı bakmaya alışmış durumdayız. İşimiz görülsün, hedefe ulaşılsın yeter... Mi acaba? 

    VARMAKSA MESELE , YOLCULUĞUN HİKMETİ NEREDE? 

    Kolay olan, hızlı olan, az çaba isteyen, tabiri caizse " armut piş ağzıma düş " şeklinde işlerimiz var, yoksa da öyle olmasını arzulayan bir yanımız var... 

    Halbuki insan, emek vermediğine değer vermez! En kıymet verdiklerimiz en çok istediğimiz ve bunun için en çok uğraştıklarımız olmuyor mu? Bizim için en unutulmaz olanlar, onlar olmuyor mu?

   Peki, hep söylendiğimiz, hoşnut olmadığımız hayatlarımızla, sorunlarımızla ilgili ne düşünüyoruz?

    Yine "armut piş ağzıma düş" mü?

    Yoksa sizin hayatlatınızla ilgili başkaları mı karar veriyor? E hani reşit olunca, cezai ehliyete sahip olunduğunda; kişinin doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü ayırt edebileceği düşünülür ya, bu yüzden de karar verip, verdiği kararın sorumluluğunu alabilecek kapasitede olduğuna inanılır, kabul edilir (istisnai durumlar hariç).Bu yüzden herkes kendinden sorumludur ya hani... Peki bu durumda sorunlarımızla ilgili ne düşünüyor, ne yapıyoruz?

    Önce çevresel faktörleri devreye sokuyoruz, hep başkalarının suçudur zaten! Dış güçler diyeni de gördük, duyduk... Çünkü çözüm üretmektense ağlamak, âcizleşmek ilgiyi üzerinize çekecek ve başkaları sorunlarınızı sizin yerinize çözecektir. Neden düşünesiniz ki böyle bir kolaylık varken! 

    Halbuki sormak, sorgulamak, çözüm üretmek hatta baş kaldırmak daha dik ve omurgalı bir eylemdir. Fakat pek iş görmüyor galiba..

    Hatırlarsınız; bazı sözlerimiz vardır halk arasında...

- Gelen ağam, giden paşam...

- Salla başını, al maaşını...

- Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek...

- Arap eli öpmekle dudak kararmaz... 

VS... 

    Bunlar işinin görülmesini, değerlerine, doğrularına tercih eden kişilerin düsturudur. Bu bağlamda bu kişilerin artması toplumsal açıdan "kötü huylu kanser hücresi" etkisi yapacaktır. Geldiğimiz noktada, yaşadığımız çağda bunun sonuçlarını fazlasıyla tecrübe ettik... 

    Neden? Nasıl? Ne yapılabilir? Nereden başlamak gerek? Çok mu geç kaldık? 

    Günlük hayatta karşılaştığımız, muhatap olduğumuz kişilerle kurduğumuz diyaloglarda neredeyse hep onaylayıcı tavır takındığımızı düşünüyorum, görüyorum. Bunu neden yapıyoruz? Karşımızdaki insan sorgulandığında kendisine güvenilmediğini mi düşünecek, saygı duyulmadığını mı düşünecek, emin değil mi kendisinden, koşulsuz itaat mi bekliyor yoksa? Neden yahu neden? Herkes en az diğerleri kadar bir annenin evladı. Kimsenin diğerine bir üstünlüğü yok ki, bu neyin kibri? Yahut neyin korkusu? Soru sorulmasından, sorgulamaktan kim korkar? Hatırlar mısınız ; derse çalışmadan gelen öğrenciler "BİLMEDİKLERİNDEN, CEVAP VEREMEYECEKLERİNDEN" soru sorulmasından, sözlüye kalkmaktan korkarlardı. Çok mu benziyor sanki... Belki şimdikiler bilmediklerinden değil de cevabın kendisi için hiç iyi olamayacağını öngörmesinden dolayı sorgulanmak istemiyorlardır. 

     Ne dersiniz?