HÜLYA OKUR-HABERX
" Sessiz bir şelale düşünün gürültüsüz ama büyüleyici... Sessiz kısa bir film düşünün efektsiz ama etkileyici...Sessiz bir çığlık düşünün soluksuz ama şefkatli... Sessiz bir devrim düşünün silahsız ama yürekli... Sessiz bir gemi düşünün yolcusuz ama hedefli... Sessiz bir dua düşünün aracısız ama sevgili... Sessiz bir ev düşünün gösterişsiz ama huzurlu... Tüm bunları gerçek bir "insan" ile birlikte hayal edin...Karşınızda Hayri Kaynar!
“RESMİ DOĞUM TARİHİM BELLİ DİĞER KISMI ŞÜPHELİ”
Fatsa Ordu doğumlusunuz ama adalet terazisine gelinceye kadar o taneler nasıl birleşti, denge halini aldı? "Adalet hissi insanlarda doğuştan mevcuttur." Siz bu mecraya akana kadar nerelerden geçtiniz?
Ordu-Fatsa Yassıtaş Köyünde doğdum. Resmi doğum tarihim 01.01.1962, diğer kısmı şüpheli. İlkokulu kendi köyümde okudum, 72 yılında ilkokuldan mezun oldum, daha sonra birkaç yıl ara verdim, 1975’te İmam Hatip Lisesi’ne gittim, 82 yılında mezun olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesine başladım ve 1986 yılında bitirdim. Bir müddet avukatlık stajı yaptım, daha sonra Hakimlik mesleğini kazanınca staja ara verdim, staj dönemimde askere gittim, 12 Mart 1990’da mesleğe başladım. Sırasıyla; Sivas Su Şehri Hakimliği, Bayburt Aydıntepe Hakimliği, Trabzon Araklı Hakimliği, Gaziantep Hakimliği, Üsküdar Hakimliği yaptım. Daha sonra İstanbul Anadolu Adliyesine geldik, buradan da en son Anadolu 5.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı idim, Temmuz 2014’te Komisyon Başkanlığına seçildim.
“TARZ İTİBARİYLE HUKUÇLUĞA UYGUN DEĞİLİM”
“ESERLERİMİZ GÖRÜNMÜYOR”
Çocukluk yıllarında bu mesleğin ne kadar emarelerini taşıyordunuz? Aileniz size hangi mesleği yakıştırıyordu?
Ailemin bu konuda bir fikri yoktu. Çünkü onlara göre bu meslekler çok uzak şeylerdi. Köy şartlarında büyüdük, ailem çiftçi idi, onlar sadece okumamı isterdi. Artık okusun da, buradan kurtulsun, kendi ekmeğini kendi kazansın düşüncesiydi. Aslında benim hukuk okumak gibi doğrudan bir amacım yoktu. O günkü şartlarda sıralama yaptık, hukuk, 3 veya 4.sıradaydı. İlk tercihim tıptı. Ama puanımız hukuku tuttu. Tarz itibariyle hukukçuluğa uygun bir insan olduğumu düşünmüyorum. Daha sakin işler mesela insanların memnun olabileceği işler yapmayı isterdim. Bu meslekte insanların buradan memnun olarak ayrılması mümkün değil, yarısını memnun ederseniz, yarısı size kötü şeyler söyleyerek gidiyor, yaptığınız iş itibariyle sevimli bir iş değil. Kaymakam bir yol yapar herkes dua eder, doktor hastayı iyileştirir dua alır ama siz bir dosyayı bitiriyorsunuz, birisi “Yaşasın Adalet” diyor, öbürü “Kahrolsun Adalet” diyor. O kadar uğraşıyorsunuz, bir dosyayı çıkartıyorsunuz, bitiyor kesinleşiyor, infaz ediliyor, yaptığınız eser, ektiğiniz emek mahzene atılıyor. Bir mühendis olsanız, yaptığınız eserin yanından geçerken, “Bu binayı ben yapmıştım planını ben çizdim” diyebiliyorsunuz. Ama sizin eserinizi gören yok.
Aslında siz de toplumu inşa ediyorsunuz…
Ama gözükmüyor ki…
Adalet hava gibi bir şey, görünmez, tutulmaz….Etrafımızı kaplar ancak kaybettiğimizde anlarız değerini…
Çok önemli, önemsiz gibi görünüyor ama dediğiniz gibi…hukuku çekin alın, hakemsiz maça benzer, kan gövdeyi götürür, kimin bileği güçlüyse maçı o kazanır, maç olmaktan çıkar.
“BENİ KARŞILAYAN BİR İDEOLOJİ YOK”
İnsanlığa da büyük hizmette bulunduğunuzu düşünüyorum tabi. Peki Üniversite yıllarda nasıl bir ideolojiye sahiptiniz, o zamanlar hukuku seçmenin tatminini yaşadınız mı?
İdeoloji derken…Türkiye’deki genel gidişat gibi bende de bir takım şeyler olmuştu, mesela bulunduğum, yaşadığım köy daha önceden CHP’li, sol görüşlüydü. Seçim olurdu, köyden 450 seçmenin 410 tanesi CHP’ye oy verirdi, geri kalan kısmı Demirel, Adalet Partisi, Selamet Partisine giderdi, 12 Eylül ile birlikte onlar da değişti. Tabi o görüşün dışında hiçbir şey bilmediğimiz için okula başladığımızda değişik fikirler öğrendik. Türkiye değişti. Sol ideoloji, sol görüşe sahip olanlar en fazla %30’lardadır. O zamanlar %45-50’ye yakındı. O süreç bizi de etkiledi. Muhafazakar, merkez sağ mı, o tanımlar da Türkiye’de yerli yerinde oturmuyor, pek beni karşılayan bir ideoloji yok. Mesela bağımsızlık konusunda en aşırı sol düşünceye sahip olduğumu görüyorum, diğer tarafta milliyetçi düşünceye sahip olduğumu görüyorum, muhafazakar düşünceye sahip olduğumu görüyorum. Hepsinin karışımından bir şeyler var. “Şuyum” desem kendimi tarif etmiş olmam.
“İNSANLARIN HAKKINI ALMAKTAN ÇOK KORKARIM”
Bütün düşüncelere eşit mesafede olmaktan geliyor belki de bu. "İnsancıl olmadıkça adil olamazsın." demiş düşünürler. Siz adaleti adil olmakla mı sağlıyorsunuz?
İnsanların hakkını almaktan çok korkarım. En yakınınızdakinin hakkını alabilirsiniz(O da alınmaz ama onunla ilişkinizden dolayı belki haksızlık yapmış olabilirsiniz) ama görev yaptığınız yerdeki insanın, adalet dağıttığınız yerdeki insanın hakkını aldığınızda o insanla bir daha karşılaşmanız mümkün değil. En yakınınızdaki ne yapar, hakkını helal eder, bir şekilde helalleşirsiniz, öbürünü bulmanız mümkün değil. Mümkün olduğunda adalet, vicdanım neyi emrediyorsa onu yapmaya çalışıyorum. Değişik Saiklerle, değişik düşüncelerle insanların hakkını almaktan çok korkarım.
“KOMİSYON BAŞKANLIĞI UZUN SÜRE KALINACAK BİR YER DEĞİL”
Komisyon Başkanlığı görevinin kapısına sürüklenerek mi geldiniz yoksa adımlarınız sizi kendiliğinden mi getirdi?
Buralar idari makamlar, bizim aşina olduğumuz işler değil. Biraz da konjonktürün getirdiği bir şey, buraya birilerini gelmesi lazım, mevcutların içinde en uygun olarak şahsımı görmüş olacaklar ki geldiğimi düşünüyorum, yoksa bu tip yerlere insanlar çok üstün yetenekler olduğu için getirilmezler, bir şekilde gelirsiniz, sürecinizi tamamladığınızda gidersiniz. Komisyon Başkanlığı özellikle Hakimler için uzun süre kalınacak bir yer değil. Belki uzun sürede kalabilirsiniz ama gidebilirsiniz, asıl olan hakimliktir, yargılamadır, idari işler istisnadır.
Buradaki görev süresiniz dolduğunda Hakimliğe geri döneceksiniz yani?
Asıl işimiz o.
“ADLİYEMİZ ŞUANDA RAHAT”
Komisyon Başkanlığı göreviniz Temmuzda 1 yılını tamamlanacak…Ne kadar dolu bir yıl oldu, en zor kısım geride kaldı diyebilir miyiz?
Tabi. O dönemde adli tatil başlangıcıydı, yeni mahkemeler kurulmuştu, onların kuruluş aşamaları, adli tatil olması nedeniyle bir kısım Hakimlerin izinli olması gibi olaylar bizi bayağı zorladı, ayrıca içinden geçtiğimiz belli bir süreç var, o süreç içindeki olayları yönetmek, idare etmek bayağı zor oldu. Şu anda adliyemiz rahat.
“5000 PERSONELE HİZMET EDİYORUZ”
Görevleriniz arasında; Atama, İlerleme ve yükselme, Aylık sosyal hak ve yardımları, Disiplin, Görevden uzaklaştırılma…gibi unsurlar var sanıyorum…
Bizde bir Komisyona bağlı personel var, bir de Adalet Bakanlığına bağlı olan personel var. Bize bağlı olanla ilgili olarak, onların alımını, görevlendirilmelerini, disiplin işlerini biz yapıyoruz. Bakanlığa bağlı olanların yerlerini geçici olarak değiştiriyoruz, onların işlerinin büyük bir kısmını Bakanlığa bağlı Personel Genel Müdürlüğü yapıyor. Bizim yönettiğimiz personel içerisine; zabıt katipleri, mübaşirler, gardiyanlar, infaz koruma memurları ve yazı işleri müdürleri giriyor. Onlarla ilgili olarak tasarrufta bulunuyoruz. Ayrıca Hakimlerin geçici olarak günlük görevlendirilmeleri, mazeret izinleri, onların HSYK ile ilgili olarak yazışmaların hepsi bizden geçiyor. Yani burada yaklaşık 5000 personele hizmet ediyoruz.
“ADLİYEMİZ İSTANBUL’DAKİ ADLİYELER İÇİNDE EN RAHAT ÇALIŞAN ADLİYE”
Peki görevi devraldığınızda geçmişten gelen sorunlar var mıydı, geçmişe göre sorunların azaldığını söyleyebilir misiniz?
Burasının yeni bir adliye olması dolayısıyla geçmişten gelen sorunları vardı; personel alımı yaptık. Dağılımda adaletsizlikler vardı, bir kısım mahkemelere niteliksiz personeller verilmiş, bir kısmına çok nitelikli verilmiş, onları dengeledik, daha iyi hizmet verilmesini sağladık. Şu anda pek problem yok. Adliyemiz İstanbul’daki adliyeler içerisinde en rahat çalışan adliyelerden bir tanesi.
“ADLİYENİN KRONİK SORUNLARI VAR”
Adliye Dergisine verdiği röportajda Başsavcı Fehmi Tosun, rüzgar türbini ile elektrik üretimini sağlamak istediğinde, “Galileo kellesinden oldu, bu da Başsavcılıktan alınacak” şeklinde eleştiriler aldığını ifade etmiş. Adalet anlayışınız veya yargıya getirmek istediğiniz anlayış sizi hangi zorluklarla karşılaştırdı?
Başsavcı Beyin olayı, adliyenin işleyişinin dışında, kendi hobisi ile ilgili bir çalışma. Bizim önümüzde ne gibi engeller var, adliyenin kronik sorunları var. Personel sorunları; personelin nitelik sorunu, Hakim Savcı ihtiyacı, Hakim, Savcıların çalışma usullerinin düzenlenmesi. Bunlar Komisyondan ziyade siyasi iradenin, devletin çözeceği işler, biz çözüm yolları gösterebiliriz. Ama bunlar için mutlaka yasal düzenleme gerekiyor. Devlet iradesinin bu konuda harekete geçmesi gerekiyor. Biz burada günlük rutin işleri yürütmeye çalışıyoruz. Bu konudaki en büyük engelimiz personelin kalitesi. İşlerin zamanında yürümemesi, personelin mesai saatlerine riayet etmemesi gibi problemlerimiz var, onları aşmak için ön büro sistemine geçtik, giriş çıkışlarda adalet kart uygulaması başlatacağız. Onları hayata geçirdiğimizde biraz rahatlama olacak diye düşünüyorum ama tamamen düzelmez çünkü hepsi birbirine bağlı. Türkiye ne zaman ki düzelir, onlar da düzelir. Siz bir polisten, tapu dairesinden bağımsız değilsiniz, onlar da düzenli çalışacak ki adliye düzelsin. Hep birlikte düzelecek.
“ÇÖZÜM NOKTASINDA OLSAYDIM, PERFORMANSA DAYALI SİSTEM GETİRİRDİM”
“PERSONELE PERİYODİK EĞİTİMLER DÜZENLENMELİ”
“EN BÜYÜK SIKINTIMIZ, ARADIĞIMIZ İNSANI BULAMAMAK”
"MÜDÜRLÜK SINAVINI ÇALIŞMAYANLAR KAZANACAK"
Yapmak istediğiniz şeyler, getirmek istediğiniz reformlar hep bir iradeye bağlı, dediğiniz gibi. Siz Adalet Bakanlığı Komisyonu üyelerinden olsaydınız, iç tüzüğe müdahalede bulunur muydunuz veya hangi tasarı ve teklifi öne sürerdiniz? Çözüm noktasında siz olsaydınız neler değişirdi?
Çözüm noktasında ben olsaydım, personelle ilgili olarak performansa sayalı bir sistem getirirdim. Çünkü burada bir personel on birim iş üretiyor, diğeri bir birim iş üretiyor, ama ikisi aynı maaşı alıyor, sorduğunuzda bir birim iş üreten daha çok maaş alıyor, “yoruldum” diyor. Hepsinin hakları, kazançları aynı, bunların farklılaştırılması lazım, çalışan ile çalışmayanın ayrılması lazım. Öyle olduğu zaman herkes çalışır. Müdür alacağız mesela. Çalışmayanlar, ders çalışıyor nasılsa kimse beğenmiyor onları, kıyıda köşede çalışıyor, sınavda yine işe yaramayanlar kazanacak. Çünkü çalışmadığı için başındaki Hakimi “Aman git” diyor, kıyıda köşede ders çalışıyor, gidip bir köşede ders çalışıyor, öbürü çalıştığı bölüme hizmet ediyor, habire yazıyor, öyle olunca kendi biriminde çalışmayan sınavda daha yüksek puan alıyor. Bunların düzelmesi lazım. Personelle ilgili periyodik eğitimler düzenlenmesi lazım, adliyenin hızlanması ile ilgili idari destek verilmesi lazım. Bizim en büyük sıkıntımız, aradığımız insanı bulamamak. Mahkemelerin uzamasının en büyük nedeni aradığımız insanı bulamamamız. Sanık çağırıyorsunuz yok, müşteki çağırıyorsunuz yok, tanık çağırıyorsunuz yok. Bugünkü uygulamada bunu bulmanın yolu polise zorla getirmesi veya adresini bulması için yazıyoruz, karakollardaki üç personelin bulması mümkün değil, duruşma 3 ay sonraya atılıyor. 3 defa yaptığınızda 1 sene bitti. Ondan sonra bu davalar neden bitmiyor diye isyan ediyoruz. Siz sanığı, tanığı dinlemeden davayı bitiremezsiniz. Devletin bu işe eğilmesi lazım. Siz gidin mahallede o kişiyi bulursunuz ama polis bulamıyor.
“TANIKLARIN DA SİCİLİNİN OLMASI LAZIM”
Adalet Mekanizması ile dosya taraflarının arasında hızlandırıcı bazı mekanizmalar olmalı belki de, dedektiflik kurumsallaşmalı ne dersiniz..?
Bir kişi suç işlediği zaman o suç işleyen kişinin takip edilmesi lazım, kaçmaması lazım. Bir de doğruya, adalete ulaşmak için tanıkların güvenilirliğinin araştırılması lazım. Ben Osmanlıda eski mahkeme zabıtlarını okuyorum, tanığı dinliyor sonra tanığın doğru olup olmadığını araştırıyor. Ondan sonra onun dediğine itibar ediyor. Ama bizde dolandırıcı, hırsız, geliyor duruşmaya, Allah’a, namusuna yemin eder misin, ederim, başlıyor konuşmaya….biz onun bütün dediklerine itibar etmek durumunda kalıyoruz. Sanıkların nasıl sicili varsa, tanıkların da sicilinin olması lazım. Dolandırıcılık suçu işleyen bir adamın tanıklığına itibar etmem. Tanıklık sicili gibi bir şey olabilir aslında. Çünkü her insan aynı değil. Bunun mutlaka sağlanmalı çünkü ceza yargılanmasında en çok kullandığımız delil, tanık. Ama tanık olarak gelenlerin büyük bir kısmı da yalan söylüyor. Karakolda anlatıyor, taraflar anlaşıyor, “Öyle değildi, ben yanlış görmüşüm, zorla söylettiler” diyor. Bu sefer siz onun dediğinin tam aksine karar veriyorsunuz, vicdanınıza göre karar veriyorsunuz ama dosyadaki delillere aykırı oluyor. Delil dediğiniz de yalancı tanığın ifadeleri. Bu tanık olanların araştırmasının yapılması, diğer delillerle desteklenmesi, bu adam dolandırıcı bunun tanıklığına şu kadar itibar edilir gibi kanaatlerin oluşması lazım. Ama biz eşitlik adına bütün insanları aynı kefeye koyuyoruz, çok da sağlıklı olmayan sonuçlar çıkıyor gibime geliyor.
“HAKİMİN ÖZELİKLE DİNDEN ANLAMASI LAZIM”
“YARGITAY İÇTİHATLARINI, KANUNLARI OKUMAKLA BU MESLEK YÜRÜMEZ”
Personelle ilgili periyodik eğitimlerden söz ettiniz de…Yoğun stres ve iş yükü altında çalışan Hakim-Savcılar için iyileştirici uygulamalarınız var mı, mesela bazı hukukçular hukuk bölümü mezunlarının tıp seçenlere göre daha zeki olması, puanların yükseltilmesi gerekliliğine inanıyor…bazıları edebiyatla uğraşan savcıların olaylara ve kişilere daha hakim olduğu görüşünde…bazıları hakim ve savcıların avukatlar kadar sosyal olmadığı için bu bölümü seçtiğini, sosyalleştirilmesi düşüncesinde.
Şuna katılmıyorum. O okulu kazanmadığı için bu okulu kazandı. Devlete ait okullarda hukuk okumak çok zor. Belki ilk üçe girer. Bunda iddialıyım. Ankara Hukuk’u bitirin, diğer okullar gibi olmadığını görürsünüz. Ben hep sosyal okudum, tıp istiyordum ama o tamamen benim kişisel isteğimdi, fen okusaydım tıpı kazanırdım. Benim zekamdan veya arkadaşlarımın zekasından şüphem yok. Şuna katılıyorum ama Hakimlik yapacak bir kişinin Felsefe bilmesi lazım, sosyoloji bilmesi lazım, özellikle dinden anlaması lazım, toplumu bilmesi lazım, toplumu bilmesi için de bunları mutlaka bilmesi lazım, sırf Yargıtay içtihatlarını okumakla, sırf kanun okumakla bu meslek yürümez. Yapılır ama doğru bir yere varamazsınız. Yüzde yüz kanuna uygun bir karar verirsiniz bunu da Yargıtay da onar ama bunun toplumdaki karşılığının olması, insanların “Adalet yerini buldu” diyebilmesi lazım. Toplumu bilmek için insanların inanışlarını, telakkilerini bilmeniz lazım, dinden anlamanız, sosyolojiden, felsefede anlamanız lazım, sosyal konularda kendinizi geliştirmeniz lazım, bunları bilmiyorsanız kupkuru bir hukukçu olursunuz. Verdiğiniz kararlar da kupkuru bir şey olur. Bunları bilmediğinizde toplumla diyalog kuramazsınız, insanların içine girdiğinizde onlara kanun maddelerinden anlatamazsınız, din, siyaset, felsefeden konuşursunuz, diğer alanlarla ilgilenmezseniz toplumdan da koparsınız zaten.
“KOMİSYON BAŞKANLIĞI PERAKENDE, HAKİMLİK TOPTANCILIK YAPMAK GİBİ”
“Suçlunun berat ettiği yerde Yargıç hüküm giyer” diye bir söz var. Suçsuzluk karinesi üzerinden hareket etmek, tanıklık mevzusu mesleğinizin zorluklarından olsa gerek. Adalet Komisyonu Başkanlığı idari bir görev, yargılama faaliyetleri bulunmuyor… Siz bu durumda kendinizi aktiften pasife geçmiş gibi mi görüyorsunuz?
Burası aslında daha aktif. Ama burası perakende satış yapmak gibi bir şey, akşama kadar sürekli müşteriniz var. Öbür tarafta Ağır cezada mesela, toptancı gibi düşünün kendinizi, çok ağır bir iş yapıyorsunuz, oradaki yük çok daha ağır. Buradaki perakende satış ama dediğiniz gibi yargılama değil. Bu işi Yargıç olmayanlar da yapar. Ama Hakim Savcılarla ilişkiyi ayarlayamaz. Buradaki işin en zor kısmı Hakim Savcılarla aradaki ilişkiyi tutturmak. Onları kırmadan, onların seviyesine uygun bir şekilde yürütmek. Sadece personel idaresi olsa, personel müdürünü koy çok rahat yürütür, benden iyi yönetir, ama işin içine Hakim arkadaşlar girince orada ayrı bir olgu gerekiyor.
“SUÇU TOPLUMA ATARSAK, SUÇLUYU CEZALANDIRAMAYIZ”
Hakimliğiniz süresinde basına yansıyan davalarınız oldu… Örneğin İmam nikahlı eşi Meliha Çakmak’ın yardımıyla 68 yaşındaki dayısı Nadir Demirezen’i ‘Canavarca hisle eziyet çektirerek kasten öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararı çıkan dava… "Suçu toplum hazırlar, suçlu işler." Sözüne katılıyor musunuz?
Bunun doğru olan kısmı da yanlış olan kısmı da var. Suçu toplum hazırlıyor, suçlu işliyorsa o zaman da toplumu azmettirmekten bir şekilde cezalandırmamız lazım. Kişinin bulunduğu ortam onu suça itebilir. Suçu toplum hazırlar, diyorsak o toplumda bulunanların %90’nının suç işlemesi lazım, hepsi işlemiyor, belirli kişiler işliyor, bunda toplumun da, yetişme tarzının da etkisi vardır. Suçu topluma atarsak, suçluyu cezalandırmamamız lazım. Aynı toplumda yaşayıp da hırsızlık yapmayan bir sürü insan var. Ama toplumun etkisi mutlaka var. Belli yörelerden çıkan bazı insanlar var, belli suçlar işliyor. Üsküdar’dayken analiz etmeye çalışırdım. Uyuşturucu satıcılığı işlerini hep belli bölgelerin insanları yapar, hırsızlık aynı şekilde, sahtecilik… ekonomik suçları beli yörelerin insanları işliyor, diğerleri de işliyor ama orada yoğunluk var. Ama aynı yöreden olup da suç işlemeyen bir sürü insan var. O teoriye fazla katılmıyorum.
“HAKİMLERE TARAFLARI CAN KULAĞIYLA DİNLEMELERİNİ ÖNERİRİM”
Yargıç iken olayların ayrımına nasıl varıyordunuz…Sokrates, "Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir." demiş. Size yardımcı olan şey yine kendiniz mi oldu? Meslektaşlarınıza önerileriniz neler olur?
Gelen insanları can kulağı ile dinlemelerini öneririm. Sözlerini kesmemelerini öneririm. Çünkü o insanlar duruşmada söyleyecekleri için aylarca hazırlanıyor. En saldırgan insan bile olsa karşınıza geldiğinde titriyor. Siz ona bağırdığınızda bütün muvazenesi dağılıyor. Her şey bitiyor. Ondan sonra ne söyleseniz doğru dürüst cevap veremiyor. Onu can kulağı ile dinleyin, ondan sonra ne soracaksınız sorun. Ola ki, size bir ipucu sağlayacak, bir ışık tutacak bir şey söyler. Her şeyi önemsemelerini istiyorum. Dosyadaki küçük beyanları, delillere hepsine inceden inceye bakmalarını istiyorum. Yoksa doğruya ulaşamazsınız. Mutlak doğruya ulaştığını da kimse söyleyemez. Dosyadaki deliller sizi bir yere götürür, vicdanınız da doğruya yönlendirir o şekilde karar verirsiniz ama işin gerçeği başkadır, onu bilemezsiniz ki. Dosyada ne varsa ona göre karar veririm ben. Bazen tanıklar gelir, yalan söylediğini biliyorum. “Ben söyledim, günahı Hakimin boynuna” der, değil! Sen ne söylediysen ben ona göre karar veririm. Senin dediğinin dışında başka deliller varsa çıkarım ama günahı vebali senin boynunadır. Dosyadaki delillerin aksine karar veriyorsam, sorumluluk bana ait, ama sen onu getirdin yalancı, bunu getirdin yalancı ve sahte deliller koydun ve bunu bana yutturdun. Ama ben bunda ihmal gösterdiysem, iyi taktir etmediysen eyvallah.
“HUKUK DAVALARINDA İKİ TARAFIN DA HAKSIZ OLMASI MÜMKÜN DEĞİL”
Ceza kaldırılabilir ama suç insanla sonsuza kadar yaşar diye bir inanış var.
Tabi. Gelen de biliyor zaten, oraya gelen suçlu mu, suçsuz mu kendisini biliyor. Özellikle hukuk davalarında iki tarafın haksız olması mümkün değil, bir taraf haksız olarak geliyor ama bilemiyorsunuz. Sizi kullanarak bir şey elde etmeye uğraşıyor. Siz adaletle hükmediyorsanız, kanunların ve adaletin dediğine göre hükmediyorsanız sizin için olay bitmiştir.
“ADALET HERŞEYİN ÖNÜNDEDİR”
“MESLEKİ DAYANIŞMA İYİLİK YÖNÜNDE OLMALI”
Mesleki dayanışma konusunda da fikrinizi almak istiyorum. Sizin için adalet meslektaşlarınız arasında bile geçerli. Ümraniye Cezaevi’nde altı kişinin öldüğü ‘Hayata Dönüş Operasyonu’na ilişkin görülen yargılama sırasında uyuyup horlayan Hakim Mehmet Ali Önen hakkında yargılama yaptınız çünkü.
Adalet her şeyin önündedir. Bizim buradaki varlık sebebimiz haksızlığa uğrayan bir vatandaşın hakkını almasıdır, bu teşkilat; Hakim, Savcı, Katibi ona hizmet ediyor. Buraya gelen bir vatandaş hakkını alamadıysa bunların hiçbir önemi yok. Meslektaşlarımız da işini yapmıyorsa bir şekilde yapması lazım, işini beğenmiyorsa bırakıp gitmesi lazım. Mesleki dayanışma iyilik yönünde olması lazım yani mesleğin geliştirilmesi yönünde. Yoksa suç işleyen birini biz koruyacaksak o zaman niye burada varız? Bizim iyilikte, güzellikte bir araya gelmemiz lazım. Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyoruz ama tarihte tam tersiydi. Kendi içimizde, kendi insanımıza adaleti sağlamamız lazım ki, başka yerlere gitmesin, gidiyorsa da çok az olsun. Buraya gelen vatandaş “Ben hakkımı aldım, adalet buymuş, bu da bana yeter” demesi lazım. Eğer AİHM’de açılan yüzlerce dava varsa, o zaman kendi içimizde oturup düşünmemiz lazım. Bu manada kötü yönde mesleki dayanışma değil, iyi yönde olması lazım.
“HSYK’NIN YENİ YAPISI İDEAL”
“MEVCUT HSYK BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZIN TEMSİL EDİLDİĞİ BİR YER”
“ADALET CAMİASINDAKİ GERİLİM DÜŞÜRÜLÜRSE, SİSTEM YÜRÜR”
Yeni Türkiye ve yeni HSYK için neler söyleyeceksiniz, Yeni Anayasa konusundaki fikirlerinizi almak isterim…
Yeni HSYK’nın yapısı ideal bir yapı. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi yapı. Çünkü bu meslekten geçmiş bütün arkadaşlarımızın o kurumda bir temsilcisi var. Siyasidir, o görüş bu görüş diyeceksiniz ama hepimizin mutlaka bir siyasi görüşü var, olmalı da. Çünkü ben hukuk fakültesi okumuşum, ben bir sürü siyasi kitaplar okumuşum, benim bir siyasi görüşümün olmaması abestir. Siyasi görüşünüz olur ama bunu mesleğinize yansıtmazsınız. Veya öyle bir görüntü vermezsiniz. Yargıç adaletlidir, bu görüntüyü vermeniz lazım. “Benim hiçbir görüşüm yok” diyen adam yalan konuşur. Mevcut HSYK bütün arkadaşlarımızın temsil edildiği bir yer. Her görüşten insan var. Aşağı yukarı Türkiye’yi yansıtıyor. Adliye camiasında tek görüşten insan varsa orada sıkıntı vardır, nerede olursa olsun her kurumun toplumu yansıtması lazım. Yoksa bir gurubun eline geçer, diğer insanlara baskı aracı olarak kullanılır. Dolayısıyla huzursuzluklar başlar. Şu andaki HSYK ideale yakın bir kurum diye düşünüyorum. Bu şekilde mi olmalı, seçim sistemi, seçim çalışmaları oluyor, işlerimiz aksıyor, tekrar eski sisteme dönülsün, Cumhurbaşkanı seçsin diyorlar, bence ıslah edilerek bu sistem yürütülebilir. Adalet camiasının içerisindeki gerilim düşürülebilirse, bu sistem sürdürebilir diye düşünüyorum.
“SİSTEMİ ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER BOZDU”
“İDARE YARGIÇLARA TALİMAT VERMEZ”
O gerilimle ilgili bir şey söylemek ister misiniz, yargının yürütmenin tekelinde olduğu, bağımsız olmadığı iddiaları için ne dersiniz?
Şuanda geldiğimiz noktada bütün sistem allak bullak oldu. Ama bunun nedeni bugünkü HSYK değil, geçmişten gelen bir uygulama var. Sistemi birkaç mahkeme veya belirli mahkemeler bozdu. DGM’ler dediğimiz özel yetkili mahkemeler. Onun dışında Asliye Hukuk Mahkemesi, Sulh Hukuk Mahkemesi doğru yaptı, Ağır cezalar doğru yaptı, daha çok çalıştılar daha düzgün kararlar verdiler ama bir takım uygulamaları yapan özel yetkili mahkemeler bütün sistemi darma dağan etti. Onların yüzünden hukuk itibar kaybetti. Kimse bir Asliye Hukuk için adaletli davranmadı, hakkımı yedi demiyor. Bütün şikayetler belli davalara yönelik, belli mahkemelerin uygulamaları. Asıl onlar sistemi bozdu. Onu bozanlar da belli zaten. Adaletin bu tip yapılardan kurtulması lazım. Yargıç’ın kendi vicdanına göre karar vermesi lazım. İdarenin güdümünde olduğunu söylüyorlar. İdare hiçbir zaman ne doğrudan Yargıçlara talimat verebilir, ne de Yargıçlar onların dediğini yapar. Asıl tehlike, belli görüşlerin, belli görüşlere sahip olan insanların belli bir yerde birikmesi. Kendi içerisinde oluyorsa bu yönlendirmeler….Bize Adalet Bakanı, bir bürokrat şu davada şöyle yap diyemez, demez zaten. Öyle bir şey dediği zaman basına yaysak perişan olur. Ama kendi içimizden, meslektaş guruplarımızdan, çevrelerden bir takım telkinler yapılıyor, bunlar da geçmişteki uygulamalarda gördüğümüz gibi adaleti yaralıyor. Yoksa onlara idare mi dedi o işleri yapın diye. Adalet Bakanı mı dedi? O tip yapılanmalar sistemi bozdu.
“ANAYASA İLE TÜRKİYE UÇMAYACAK, UYGULAMA ÖNEMLİ”
TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, "7 Haziran'daki seçim sadece bizim seçimimiz değil, torunlarımızın, geleceğimizin seçimidir. Türkiye'nin yakaladığı bu ivmeyi, milli iradeyi anayasaya taşıyacak anahtar sizin elinizdedir. Milletin 'al 400'ü ver anayasa mı' demesi gereken bir seçimdir" dedi. Anayasayı elzem görüyor musunuz, Anayasanın olmazsa olmazı olarak neyi görüyorsunuz?
Anayasalar bizde olağanüstü süreçlerden sonra yapılmış. İhtilal sonrası yapılmış. Büyük bir kısmı değişti ama ruhu duruyor yerinde. O manada bir değişiklik yapılması lazım. Başkanlık sistemi mi olur, başka bir şey mi olur, Türkiye’nin ekonomik gidişatına uygun, insanların ve kurumların önünü tıkamayacak bir Anayasanın olması gerekir. Güzel bir Anayasa yaptık, memleket kalkınacak mı, uçacak mı, o da değil, uygulaması her şeyden önemli bence.
“TÜRKİYE’DEKİ YASALAR DÜNYA STANDARTLARINDA”
“İYİYE DOĞRU GİDİYORUZ”
Yasaların uygulaması onların yapılmasından daha zordur derler…
Tabi… Şuanda Türkiye’deki yasaların büyük bir kısmı dünya standartlarında. Ama verdiğimiz ürün, çok kötü. Bu neye benziyor, çok iyi bir makineyi beceriksiz bir adamın eline ver, ondan iyi ürün bekle. Burada bütün parçaların hep birlikte iyi olması gerekir. Makineniz iyi olacak, ustanız iyi olarak, işçiniz iyi olacak, toplam bir şey. Bütün veriler iyi olursa sonuçta iyi olacak. Sadece kanun yapmayla, Hakimi iyileştirmeyle bu işleri çözemeyiz, hepsi birden iyileşecek, inşallah iyiye doğru gidiyoruz diye düşünüyorum ben.
Yorumlar
Kalan Karakter: