Üç çocuk, yedi torun sahibiyim. Torunlar bazen soruyorlar, “Dede siz nasıl yaşıyordunuz” diye.
Haksızda sayılmazlar. Onlar eşekten düşmediler, deliklerinden fare çıkarmadılar, rahmetli Göde Sırrı’nın bahçesinden erik çalmadılar. Cinli barıda sallama sapanla birbirlerine taş atmadılar.
Teknoloji yok,
İnternet yok,
Bilgisayar yok
TV de bir şey bilinmiyor
Cep telefonu yok.
Ben yanıtlıyorum;
"Çok güzel doya doya yaşadık sizin neslin bugün yaşadığı gibi yapay değil, yaşamanın aslını, DOĞALINI yaşadık"
Biz, 1940-1970 arasında doğan Tanrı’nın sevgili kullarıyız.
Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Sokaklar güvenliydi. TV yoktu.
Okullar yarım gündü ve herkes devlet okuluna giderdi, sabahın köründe uyanıp, yarı uykulu servislerde okula ulaşmazdık. Herkes okuluna yayan giderdik. Sizler gibi ödevlere boğulmazdık. Oyun için bolca vaktimiz olurdu.
İnternet arkadaşlarıyla değil, gerçek arkadaşlarımızla oynardık.
Susadığımız zaman, nerede nasıl doldurulduğu bilinmeyen şişelenmiş su değil, musluk suyu içerdik, avuçlarımızla kana kana.
Aynı bardağı, dört-beş-on arkadaşla paylaştığımız halde asla hastalanmazdık.
Her gün pilav -makarna vs. yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık. Meyveyi ağaçtan, sebzeyi bahçeden, yumurtayı marketten değil kümesten alır yerdik.
Ailemiz, bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi. Zaten pek de hasta olmazdık, yanaklarımız Amasya elması gibi kıpkırmızı olurdu.
Hazır oyuncak da oyuncakçı da bilmezdik. Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yaratır ve onlarla oynardık. Çok fazla oyuncağımız yoktu ama gazoz kapağı, şeftali çekirdeği, aşık kemiği, gazyağı tenekesi kapağı, çamur ve çakıl taşlarıyla oynamak; şimdiki pahalı teknolojik oyuncaklarla oynamaktan daha zevkliydi. Kıymet bilmeyi, mal sahibi olmayı da böyle öğrendik.
Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi, adalet, saygı, yaşlıya hürmet, küçüklere merhamet etmeyi öğrettiler, miras olarak bıraktılar.
Akıllı cep telefonlarımız, DVD'lerimiz, oyun istasyonumuz, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı. Ama bizlerin " gerçek-samimi-candan "arkadaşlarımız, kan kardeşlerimiz vardı.
Arkadaşımızın evini davet olmadan, telefonla izin almadan istediğimiz an ziyaret eder ve onlarla birlikte yemek yer, oyun oynar, sohbet ederdik.
Akrabalarını ne kadar tanıyorsun? Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.
Çektiğimiz fotoğraflar, renkli değil siyah beyazdı ama renkli anılarla doluydu.
Biz kendine has, anlayışlı bir nesildik. Çünkü biz, ebeveynlerinin söylediğini dinleyen, onları üzmeyen son nesiliz.
Unutmadan da söyleyeyim; ayrıca, çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesiliz.
Sevgili torunlarım: unutmayın ki, bizler sınırlı sayıda üretildik. Bizden keyif almaya bakın, yaşamanın değerini bizden öğrenin.
Övünmek gibi olmasın ama hazine biziz.
Dünyadan yok olmadan önce, kendinizi, çevrenizi ve her şeyi sevin, zevk almaya bakın, keyfini çıkarın. Geriye baktığınız zaman, pişmanlık duymayacağınız bir ömrünüz olsun.
Umarım anlatmışımdır kendimizi.
Esen kalınız.
NOT: Ben KONYA-EREĞLİ’nin TATLIKUYU köyünde doğdum. Çocukluğum köyde, gençliğim Ereğli’de geçti.
Yorumlar
Kalan Karakter: