"Gözü Kuran okuyan, dili zikirde olan, korkusu Allah, duası Beytullah, rüyası Firdevs olan insana, az sonra gözümün önünden kaybolacakmış gibi bağlarım zihnimi, ellerimi, umutlarımı....Fakat bu zaman oldu hala silinmedi sureti...Hala konuşabiliyorum...Hala ulaşabiliyorum mertebesine...Kuran'ın adını 126 kez zikrettiği bir isim o. Ders alıp ders veren bir üstad o. Görmek, işitmek, konuşmak fiilerine ihtiyaç duymadan Hakkı bulan bir Arif o. Abdestini kalbine de aldıran, dallarını çocukların erişebileceği yere kadar eğen, şu "Âlim olmayınca insan müttaki olamaz, bir âlim âmil olmadığı halde ilim sâhibi sayılamaz." hikmetli sözündeki hak-perest o. Tarife ne hacet? Tek kelime ile Hayrettin Karaman o!"
HÜLYA OKUR-HABERX
“DİN ALİMİ SADECE AHRETLE MEŞGUL OLMAZ”
“HİÇ KİMSE AK PARTİ’DEN BİR ŞEY ALDIĞIMI İDDİA EDEMEZ”
Hüseyin Gülerce 2006’da sizin için: “Prof. Dr. Hayrettin Karaman, bilgisi ve ilmiyle amel etmesiyle gerçek bir alim. Türkiyede geniş bir dindar kitle, kafasının karıştırıldığı dönemlerde onun duruşuna bakıyor. Çünkü o aynı zamanda gerçek bir entelektüel. Duruşunu konjonktüre göre değiştirmiyor. Bazı ilahiyatçıların yaptığı gibi siyasetin peşine düşmüyor, bir beklenti içine asla girmiyor” diye yazmıştı. Siyasetin peşine düşmek sizin için bir zaruriyet miydi, Erdoğan’ın kadrini korumak kardeşlik göreviniz mi?
Siyasetin peşine düşmeyi, "bir makam bir menfaat için siyaset yapma" verilmesi şeklinde anlıyorum. Güç kimdeyse onun peşine düşeyim, onlar da bana para versin, genel müdürlük versin vs. Hiçbir kimse ben Ak Partiyi savunduğumdan dolayı bir şey aldığımı iddia edemez. Bu yazlık evi de 1977’de aldım, o zaman Erdoğan kaç yaşındaydı bilmiyorum, Ak Parti zamanında ev falan da almadım. Siyasetin peşine düşmek bu anlamda çirkindir. Sadece din ilimleriyle meşhur olmuş bir insana değil, menfaatin peşine düşmek sıradan bir insana da yakışmaz. Ama bir din alimi olmak ülke ve dünyanın önemli meseleleriyle, halkın menfaatiyle meşgul olmamayı mı gerektir? Yani Din Alimi ahretle meşgul olacak, onun işi ölümden sonra mı başlayacak? Hayır. Mezara kadar yapılacak çok şey var. Mezara kadar yapılanlar, mezardan sonrasını tayin ediyor. Cumhurbaşkanı seçimi olacak veya milletvekili seçimi olacak, ortaya adaylar çıkacak. Bir din alimi, din konusunda bile yanılabilir, iş dünyaya geldiğinde( herkes uzmanlık alanında ve özellikle dışında yanılabilir) elbette yanılma payı var…sen ekonomistsen siyaset bilimci değilsin, sen tabipsen sırf tıp bakımından mı Erdoğan’ı tutarsın veya tutmazsın? Ülkenin bütün meseleleri hakkında bir kanaat elde ettikten sonra mı tutarsın? Bu din alimi için de geçerlidir.
“OY KULLANMAYIN DİYEN SİYASETE TAM GÖBEĞİNDEN GİRİYOR”
Din alimleri içinde siyasete baştan rest, set çekenler var…Siyasete girmeyin, oy kullanmayın diye çağrıda bulunanlar var.
‘Oy kullanmayın’ diyen siyasete en göbeğinden giriyor. Oy kullanmayın diyen, siyasetin içindedir. Birileri “Oy kullanmak şirktir” diyor. Bunu dediğin zaman, rejimi değerlendiriyorsun, kendi inandığın rejimi değerlendiriyorsun, kendi inandığın rejim açısından küfürle, dinsizlikle suçluyorsun ve “Sen verme, gel bizim sistemi hakim kılmak için birlikte çalışalım” diyorsun. Bu siyaset değilse, siyaset nedir? Oy kullanmayın demek, siyaset. Bu siyasetçilerin ülkede ne yaptıkları beni ilgilendirmez diyen insan, din alimi de olmaz, vatandaş da olamaz. İnsanlık kategorisi dışında bir kategoride yer alması icap eder. Eğer insansanız, bu ülkede yaşıyorsanız, askerini, emniyetini kullanıyorsanız, siz de bir katkı yapmak zorundasınız.
“AK PARTİ, İSLAMCI BİR PARTİ DEĞİL”
“AK PARTİ, MUHAFAZAKAR, DEMOKRAT BİR PARTİDİR”
“SAMİMİ BİR MÜSLÜMANSANIZ, İSLAMCISINIZ DA”
“İSLAMCI BİR PARTİ, AVRUPA BİRLİĞİNE ÜYE OLMAZ”
Ak parti kadrosu İslamcı idi, sonra bundan vazgeçti, döndü, dünyevîleşti…” diyenlere köşenizden bir yanıt vermiştiniz. Ak Parti başından beri İslamcı bir parti miydi, İslami kriterlere uyuyor mu, İslam’ı bilen, seven, kabul eden herkes Ak Partiyi desteklemeli mi?
Ak Partinin İslamcı parti olduğunu ben hiç söylemedim. Birileri söylüyor ama yanlış söylüyor. İslamcılık konusunda iki tanım var. İkinci meşrutiyette üç ideoloji ortaya çıkıyor; batıcılık, turancılık ve İslamcılık. İkinci meşrutiyette İslamcılığı savunan o insanlar ve onların savunduğu ümmet anlayışından ibaret bir İslamcılık var, bu İslamcılığın, bir coğrafyada bir zamandaki temsilinden ibarettir. Aslında Müslümanlık, İslamcılıkla başlar. Siz sol ideolojiyi kabul etmişseniz, solcu olmak durumundasınızdır. Siz samimi bir Müslüman’sanız, aynı zamanda İslamcısınız. Samimi bir Müslüman, dinini korumak ister, çoluk çocuğunu o dinde yetiştirmek ister, o dine teveccüh eden tehlikelere karşı da mücadele eder.
Ak Parti, partiyi kurduğunda nerede dedi ki, “Bir ben Müslüman’ım, iki bu parti Müslümanların partisidir, üç bu memlekete şeriat getireceğim, yani Müslüman’ca yaşayacağım, gençleri Müslüman olarak yetiştireceğim, İslam’a yönelmiş bir tehlike varsa, devlet olarak onunla mücadele edeceğim. Ben böyle bir partiyim, bana oy verin.” Ben hiçbir yerde görmedim. Tam tersine Ak Partinin özelliği şu, Ak Partiyi kuran ve o partiye milletvekili olan, ülke satında bu partiye üye olan insanlar genellikle muhafazakâr, Müslüman, biraz dindar insanlardan oluşuyor. Kemalistler, hem Kemalist, hem Ak Partiden olan insanın az olacağını düşünüyorum. Solcuların da ayrı partisi olacağını düşünüyorum. Hem katı laikçi hem de Ak Partili insanın az olacağını veya hiç olmayacağını düşünüyorum. Ak Partiyi kuranlar ve buna oy verenlerin profili budur. Diyor ki: Avrupa Birliğine tam üyelik. İslamcı bir parti Avrupa Birliğine tam üye olmaz. Sonra imardan bahsediyor, sonra bütün inançlara, hayat tarzlarına eşit mesafede olmaktan bahsediyor, Alevi’si, Kürt’ü, namazı kılanı, kılmayanının eşit vatandaş olduğunu söylüyor, bu nedir? Adını kendisi koyuyor, muhafazakar demokrat parti. İnsanları da çoğu dindar ama bu siyasal sistemi benimsemiş insanlar. İslamcı partinin nihai hedefi, o parti nerede kurulmuşsa, o ülkede düzeni İslamlaştırmakdır. İslamcı parti böyle olur.
“TAHAMMÜL DÖNEMİNE GİRDİK”
“EŞCİNSELLİĞİ TASVİP ETMİYORUM, HETEROSEKSÜELLİĞİ UYGUN BULUYORUM”
İngiliz Teh Observer Gazetesi kadın gülüşüne ilişkin tuhaf tartışmalar Türkiye’nin kadınların yen bir düzene ihtiyaçlarının olduğunu gösteriyor, dedi. Türkiye’de kadın olmanın zor olduğu vurgulanan haberde, “Erdoğan’ın 2010’da erkek-kadın eşitliğine inanmadığını söylemişti, AKP politikaları kürtaj, kız-erkek okulları, yurt yatakhaneleri, kamuya açık yerlerde öpüşmek, tecavüz, kadınların çocuk sayısı” gibi örneklerle muhafazakar tabanı birleştirmek için kadın düşmanlığı yapıldığından söz ediliyor. Türkiye’de kadın olmak zor mu?
Bu ve bunun gibi gazeteler de var. İngiltere ve Almanya Türkiye’nin iyiliğini istemiyor, arkasından Fransa gelir, arkasından iki yüzlü ABD gelir. ABD, istiyormuş gibi istemiyor. Diğerleri daha da açık. Almanya yıllarca imtiyazlı ortak olmamızı istedi. Tarafsız ekonomi hocalarını okuyorum, dışarıdan yapılmış değerlendirmelere, verilen notlara bakıyorum. Türkiye’de bu iktidar zamanında epeyice iş becerilmiş. Bundan rahatsız olanlar var. Bir bakan bir buçuk saat bir sohbet yapmış. Bizim geleneğimizde kadın nasıldı, bunu anlatmış ve bu arada da demiş ki, kadınlı, erkekli oturulan bir yerde, “Kadın kahkahayla gülmez” demiş. Sen böyle değil diyebilirsin. Böyle değil dersen yanılırsın….Anadolu’ya, muhafazakar muhitlere git, elini ağzına koyarak güler. Bu bir tespit. Sen buna iyi de, kötü de, olmalı de, olmamalı de. Evvela tespit, biz nasıl bir toplumuz? İsterse evli olsun, parkta, otobüste bir erkekle bir kadın yan yana giderken birinin dönüp, onu yanağından veya dudağından öpmesinden rahatsız olurum. Çünkü ben öyle yetişmiş bir insanım. Ve bunun öyle olmamasını dilerim. Olmamasını isterim ama elime jileti alıp da gitmem, bağırıp çağırmam da….bunlar geçti. Bundan 30 yıl önce bu toplum onları engellerdi. Bugün yok. Bugün “Tahammül dönemi” ne girdik. Hoşgörü yok, tahammül var. Eğer farklı anlayış sahipleri bir arada barış içinde yaşayacaksak, benden hoşgörü beklemeyin, tahammül bekleyin. Ben şimdi buna tahammül ediyorum. Hoş göremem. Hoş görmek, kendini inkar etmek demektir. Hoş görüyorsam, yalan söylüyorum demektir. Sen de yalan söylediğimi bile bile yüzüme gülüyorsun; böyle bir topluluk olmaz. Ben eşcinselliği tasvip etmiyorum. Heteroseksüelliği tabi ve uygun buluyorum. Benim yanımdan geçen iki eşcinselin birbirlerine sarılarak yürüyorlar, ne hoş yahu dememi mi bekliyorsun? Demem, diyemem ama benim ülkem öyle bir siyasal ve sosyal sistemi kabul etmiş ki benim ülkem, bu farklılara da hayat hakkı tanımış. Ve ben bunlarla birlikte yaşayacağım, o halde benim tahammül etmem gerekiyor. Tahammül etmek ne demek; bağıramam, çağıramam, yumruklamam, yüzüne tükürmem ama hoş da görmem, içimden itiraz ederim, dışımdan herhangi bir duygu okuyamazsın.
“İSLAMİ EDEPTE ERKEK DE KAHKAHA ATAMAZ”
Kadın kahkahası da tahammül kategorisine mi giriyor?
Gelenek, örf, adet değişti. Kadın kahkahası öpüşmek gibi değil, ondan daha hafiftir. Artık büyük yerleşim yerlerinde kadın da kahkahayı basıyor, erkek de…O konuşmayı yapan zat, kadın kahkahasından söz etmiş…aslında İslami edep de erkek de kahkaha atamaz. Hatta Peygamber Efendimizin şemaili anlatılırken: “Onun gülmesi tebessümdü, kahkaha ile gülmezdi” diye anlatılır. Asıl bizim geleneğimizde kahkaha ne erkeğe yakışır, ne kadına!...O zat da biz de, o dediğimiz gelenekten daha önce ayrılmışız. Erkeğin kahkahası, kadının kahkahasından daha evvel başlamış. Ama hala dönüşüm yaşanıyor. Ama ben yine de iddia ediyorum ki, muhafazakar kesimlerde kadın kahkaha ile gülmez. Şehirlere doğru geldikçe, kadın da, erkek de kahkahayla gülüyor.
“SİYASETE GİRSEYDİM KÜRTAJI KESİN YASAKLARDIM”
Türkiye’de kadın olmak zor çıkarımı baştan aşağı yanlış mı yani?
Asla…Siz bugün buraya geldiniz. Merhabalaştık, daha nasılsın demeden teyzen sana bir çocuk daha yap dedi, bu baskı mı, bu bir muhabbet, sevgi. Senin mutlu olacağını, memleket için faydalı olacağını düşünüyor, tavsiyede bulunuyor. Hangi kadını zorluyor. Çin’de bir zaman tek çocuk mecburiyeti vardı. İkinci çocuğu yaparsan bir yaptırımı var. Peki Türkiye’de ikinci çocuğu yapmayana yaptırım var mı? Yok. Yaparsan teşvik ediyor, yapmazsan mahrum etmiyor. Ben kürtaja karşıyım. Avrupa’da karşı olan yok mu, bugün Avrupa’da kilise ile sekülerlerin en baş tartışma konuları kürtajdır. Kürtaj ile ilgili kanun var, Türkiye’de kürtaj yasak değil. Ben iyi ki siyasete girmemişim. Ben siyasete girseydim kürtajı kesin yasaklardım. Çünkü kürtaj cinayettir.
“TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK ZOR DEĞİL”
"Ceninin canlı ve insan olduğu sabit olduğu takdirde hiçbir fıkıhçı onun imhasına cevaz veremez; çünkü İslâm'ın nefsi, doğmuş çocuğu ve insanı öldürmeyi kesin olarak yasakladığı bilinmektedir.” diyorsunuz.
Türkiye’de kadın olmak zor değil. Sen yalnız, genç, güzel bir bayan olarak İstanbul’dan buraya geldin. Bir köye geldin. Hiç laf atan oldu mu, olmadı. Niye Türkiye’de kadın olmak zor olsun?
“BU MEMLEKETTE KİMSE BAŞINIZI ÖRTÜN DİYE DELLAL BAĞIRTAMAZ”
Belki baş örtülü olanlar için zordu ama bizler için hiç değil…Başörtüsü meselesini aşmak için çok uğraştınız. “Ya bizim gibi ol, ya terk et” diyen sistemi baş örtüsü nedeniyle terk ettiniz. Fakültesindeki görevinizden ayrıldınız. Başörtüsünün kaderinin geriye dönmesi mümkün mü? Müslümanların önündeki en büyük engel nedir?
Bu The Gurdian gibi gazeteler samimi değil. Gezi olayından daha önce Batı basınını nasıl haberdar ettilerse, herkes tertibatını nasıl aldıysa ve sonra da istedikleri gibi yansıttılarsa herşey ortada. Biz mi kendimizi daha iyi biliyoruz, onlar mı bizi daha iyi biliyorlar? Bu trend böyle devam ederse ne başörtülü için bir engel var, ne de başı açıklar için geriye döner. Bir daha 28 Şubat’lar olmaz. Bu memlekette hiç kimse gelip, herkes başını örtecek diye dellal bağırtamaz, sonra herkes okumak, adam muamelesi görmek istiyorsa, başını aç diyemezler, bitti bu iş.
“İSRAİL’İ MUHATAP ALMANIN FAYDASI YOK”
"Hamas'ı ortadan kaldırmayı, İsrail'in istediği şartlarda küçük ve uzun vadede yok olmaya mahkûm bir 'sözde Filistin devleti'nin kurulmasını çözüm sayanlar muhatap bile alınmamalıdır. Kürt meselesinde Öcalan’ı muhatap alarak, çözüm sağlamaya çalıştığımıza göre, Filistin konusunda da, İsrail’i muhatap almalı mıyız?
İsrail adil şartlarda bir barış istese, onun peşinde olsa elbette İsrail’i muhatap alacaksın. Ama bütün dünya İsrail’i biliyor. 1947’de Filistinlilerin toprağı, İsraillilerin toprağı. 2014’te İsraillilerin toprağı, Filistinlilerin toprağı. 1947’de Filistinlilerin haritada tuttuğu yer, 1 cm2 kadar, şimdi de Filistinlilerin toprağı 1 cm2 kadar. Şimdi o 1 cm2’yi de ortadan kaldırmak istiyorlar.
Çocukları nesilleri devam etmesin diye öldürüyorlar…Bu çok vahşice.
Camiyi yıkıyor, hastaneyi yıkıyor, önüne gelen insanları öldürüyor, suyu Kerbela gibi kesiyor, ilaç yardımını kesiyor. Bu savaş mıdır, imha mıdır, adamlar imha etmek istiyor. Bizimkiler İsrail ile iyi ilişkiler kurmak istiyor, ama şartları var. Adamlar Gazzze ablukasını kaldırmıyor. Abluka, nefes borunuzun kesilmesi demek. Bizimkiler de diyor ki: “İyi niyetliyseniz ablukayı kaldırın, refah kapısını açın, ondan sonra da siz ne istiyorsunuz, Filistin ne istiyor konuşun. Yıllarca Hamas ile El Fetih’in arasını açtılar, bunları birbirleriyle kavga ettirerek toprak işgaline devam ettiler. Biz hepimiz, Hamas ile Fetih’in kavgası bitsin istiyorduk. Bu anlaşma olur olmaz, bunu yapmayacaktınız, bunu yanınıza bırakmayacağız, dediler. Yunanistan’da iki tane gurup olsa, ikisi de yunan, birbirleriyle savaşıyor olsa, Türkiye de dese ki: “Sizin savaşınızdan biz istifade ediyorduk, bu barıştan hiç memnun olmadık, sizi tekrar ayıracağız, size pahalıya mal edeceğiz” dünya buna nasıl bakar? Ama bunu İsrail dediğinde dünya düz bakıyor. Onları muhatap almanın faydası yok, caiz değildir demiyorum ama faydası yok.
“GÜLEN, BEDİÜZZAMAN OKULUNDAN YETİŞMİŞTİR”
Fethullah Gülen ile ilişkinizi çok merak ediyorum. Çevirilerinizin arasında “Dört risale” var…Fethullah Gülen’i, Bediüzzaman ekolü içerisinde nereye koyuyordunuz? Bir vaiz olarak nasıl bulurdunuz?
Dört Risale'nin konusu farklı, ama Bediüzzeman'ın Risalelerini de okudum tabi. Sayın Gülen'in okuldan yetişmiş olduğu yönünde hiçbir şüphe yok. Hala daha ona bağlı olduğunu söylüyor, ondan hürmetle bahsediyor, onun risalesinden nakiller yapıyor, dolayısıyla Bediüzzamanın eserlerini okuyarak, ileri derecede bazı talebeleri ile görüşerek, o okuldan yetiştiğinden şüphe yok.
“TÜRKİYE, LAİK, DEMOKRATİK SİSTEMİ SEÇMİŞ”
"İslam'a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler; ama bu uygulama Müslümanların hayat, ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse -İslam toplumunda- 'onların aykırı filleri için özel mekânlar ihdas edilmek gibi' tedbirlere başvurulur...Fethullah Gülen için böyle bir izolasyon söz konusu mu?
Ben İslam’da nasıl olacağını anlattım. Türkiye’de nasıl olması gerektiğini sorarsanız, bu cevabı alamazsınız. Türkiye, laik, demokratik sistemi seçmiş. Ama şartlar oluşsa, siz dünyanın herhangi bir yerinde devlet kursanız, orada bu kural geçerli olur. Bu Türkiye’yi ilgilendirmez.
O zaman gittiğinde hangi sebeplerle gittiğini bilmiyorum. Ama bir zamanlar onu da hapse attılarını biliyorum. Kadir Mısıroğlu’nu hapse attıklarını biliyoruz. Salih Mirzabeyoğlu, IBDA/C’nin Başkanı diye 15 senedir hapishanede yatıyordu. Şimdi yeniden yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Demek ki orada bir sakatlık varmış. Bir kısmı yurtdışına kaçıp kurtuldu. Saedec dindar da değil, mesela Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs’tan sonra cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuştu, adamı silahla tehdit ettiler, cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmesini söylediler, o da yurtdışın kaçtı. Orada söyleyeceklerini söyledi ama bugün Türkiye’de böyle bir şey yok. Bugün Türkiye’de herkes, istediğini söyleyebilir, tek bir şartla, şiddeti teşvik etmeyecek. “Ey ahali silahlanın, vurun, kırın” demeyecek yani.
“İSLAMİ DÜZENİN EN İYİ DÜZEN OLDUĞUNU SAVUNUYORUM VE HAPİSTE DEĞİLİM”
Öyle olmadığı için Fethullah Gülen ve örgütü daha mı masum ve muteber?
Onlar daha rahat konuşabilirler diyorum ben. Türkiye’de söz, düşünce hürriyetinin sınırı ne? Eskiden çoktu. Müslümanlar için 163 diye bir madde vardı. Bir de 140’la başlayan bir madde vardı solcular için. Orada komünizmi meth etsen hapse sokuyorlardı, İslam’ı meth etsen, “Huzur İslamdadır” desen hapse sokuyorlardı. Benim gibi “Demokrasi kötünün iyisidir, İslam uygulansa da baksanız” desem, hemen 163’ten devletin kurallarını dine göre yapma maddesinden hapse sokuyorlardı. Bugün benim bildiğim düşünce hürriyetini kısıtlayan tek bir madde var, şiddet, hakaret. Onun için Türkiye’de düşünce hürriyetinin önünde engel yok. Bugün düşündüğünü söyleyemek için Amerika’ya gitmek gerekmiyor. Bugün İslami düzenin en iyi düzen olduğunu savunuyorum ve hapiste değilim.
“PEYGAMBERİMİZ TEK SEÇENEK OLARAK İSLAM’A DAVET ETMİYOR”
Diyalog isimli kitabınızdan:'…Acaba Kur'an onları yalnızca, tek seçenek olarak Müslüman olmaya mı davet ediyor yoksa başka bir seçenek daha mı var?...bu sorunun cevabını buldunuz mu?
Profesör unvalı bir adam, aleyhime konuşuyordu, dinledim, tarihçi gazeteciye söylüyor: “Bakın kendi kitabından okuyorum. Hayrettin Karaman, Hz. Peygamber insanları İslam’a davet etmemiştir, diyor. “Cümlenin başında ‘tek seçenek olarak’ var. Kaldı ki o kitap benim kalemimden çıkma değil, konuşmam kitaplaştırılmış. Ben orada demişim ki, “Peygamberimiz tek seçenek olarak İslam’a davet etmiyor insanları” Diyor ki davete gönderdiği ashaba: “Gidin Müslüman olmayanları önce İslama davet edin” bu cümleden sonra “Kılıçtan geçirin” deseydi, ya İslam ya ölüm demiş olurdu. Öyle demiyor. Bizim egemenliğimizi kabul edin, bizimle sulh yapın ama bize tabi olun, diyor. Çünkü o günkü şartlarda Müslümanların egemenliğine tabi olmazlarsa düşmanla iş birliği yapıp, onları arkadan vuruyorlar. Müslüman olun, Müslüman olmazsanız bize düşman olmaktan vazgeçin, anlaşma yapalım. Hem Müslüman olmazsanız, hem düşman olmaktan vazgeçmezseniz o zaman çekin kılıcı savaşalım. Çünkü biz sizi egemenlik altına almak zorundayız, diyor. İspanya’da Hıristiyanlar, Katolikler Müslümanlara demişler ki: “Ya Hıristiyan olursunuz, ya da sizi öldürürüz” Ama bizim Peygamnerimiz, dinimiz insanlara: “Ya Müslüman olacaksın, ya da size hayat hakkı tanımayız” demiyor, tek seçenek olarak İslam’a davet etmiyor, diyorum.
“KENDİSİNDEN OLMAYANI İTİBARSIZLAŞTIRIYORLAR”
Anlamak istemediklerinden herhalde…“Yalan ve iftira” başlığı ile size yapılan şu taaruzları geri püskürtmüştünüz: “Ehl-i sünnet düşmanı". "Muhammedur Resulullah demeyenler de cennete girecek".Yahudi ve Hristiyanları cennete sokan"."Enflasyon kadar faiz helaldir"."İslam'da recm yoktur"."Mason Abduh ve Reşid Rıza gibi Ehl-i Sünnet düşmanı sapıklar" Bunlar doğru anlaşılamamaktan mı ortaya çıkıyor, yoksa kasıt mı var?
Kasıt var. Siz ilahiyatçı değilsiniz ama anlıyorsunuz. İslam düşmanları var ama Müslümanım diyenlere gelelim. Siz etkili bir insansanız, o zaman guruplar sizin kendilerinden olmanızı isterler. Siyasi guruplar da böyle ister. Ben bir çok partiden teklif aldım. Demek ki insanlar, seni de kadrosuna katarak zenginleşmek istiyor, etki alanını geliştirmek istiyor, bunu ayıplamıyorum. Bu siyasi guruplar. Diğer guruplar, dini guruplar. Onlar da kendilerinden olmanı isterler. Aralarında ihtilaf çıktığında bu adam kimden yana diye bakar. “Bu iktidar bu ülke için faydalı, benim dershanelerimi kapatsa bile bu iktidarla savaşmak doğru değildir” diye bir yazı yazdım. Ha o zaman demek ki bu bizden değil, karşı tarafı destekliyor diyorlar, madem ki bu karşı tarafı destekliyor, o halde biz bunu itibarsızlaştıralım ki, onlar güç kazanmasın, biz de güç kaybetmeyelim, diyorlar.
“İKİ TÜR İNSAN VAR: ‘İSLAM ALİMİ’ VE ‘MÜSLÜMAN İLİM ADAMI’”
Ulusalcıların üzerinde bir çizik bile yok dediniz de… Ulusalcıların, eski komünistlerin bir kısmı ve solcuların bu memlekette dinin yaşanmak istenmesiyle bir dertleri olduğunu söylüyorsunuz… Aynı kesimlerin din özgürlüğünü ve hürriyetini kısıtlama çabalarından da söz ediyorsunuz… Bu ülkenin aydınları İslam’ı neden doğru okuyamıyor? Hadi solcular tamam da, İslam alimleri için de yolunu şaşıranlar var… Sizin tabirinizle birinci sınıf eğitimi almış alimlerden, orta bir İslam alimi çıkamamışlar bile var…Bizim alimlerimizden modernist olmayı seçenler, namazsız niyazsız yaşayanlar, oryantalist olanlar var diyorsunuz. Bunlar hakikati neden göremiyor?
Biz bir vakıf kurduk. Bu vakıfta gençlere destek verelim. İki tür insan yetiştirmeye katkıda bulunalım. Ben orada; ‘İslam Alimi’ ve ‘Müslüman ilim adamı’ diye taksim yaptım. Diyanetin son araştırmasına göre Türkiye halkının tamamına yakının Müslüman olduğu anlaşılıyor. İslam alimi, medreseden veya ilahiyattan yüksek seviyede lisans üstü tahsil yaparak yetişmiş alime denir, İslam’ı en yüksek derecede tahsil etmiş alime denir. Müslüman ilim adamı, nüfus cüzdanında müslüman yazıyor, mesela kimya, tıp, matematik gibi herhangi bir bilim dalında ilim yapmış. Bu kişi bu kadar okumuş, doktora yapmış bir insan dini avam kadar sıradan adamlar kadar bilmezse çok ayıp olur. Bu kişi İslam alimi kadar değil ama Müslüman ilim adamı kadar dinini öğrenmelidir. Sizin meslekten biri, “Bu sene de hac, kurban bayramına denk geldi” diyor. Bir insan haccın bir başka zamana denk gelmeyeceğini bilmiyorsa en ufak bir bilgisi yok demektir. Bu kadar cahil bir ilim adamı olmaz, bu halkın ortak değeri dindir. Bu insanlara layık olduğu kadar İslam’ı da öğretmek lazım. Derslere İslam’ı koyacaksın.
“SİSTEME TAHAMMÜL EDİYORUM”
Ahmet Hakan, “Her Müslüman dine, ahlaka, adaba aleni olarak aykırı bir davranışa müdahale etmekle yükümlüdür” diye yazdığınız yazıyı süper tehlikeli bulmuştu. Hangi süper tehlike, cehennem azabından büyüktür? Uyarmak sizin göreviniz olduğundan mı böyle riskler alıyorsunuz?
İki şeyi biribirinden ayıralım diyorum. Bugün Türkiye’nin siyasal sisteminin gerekleri neyse o yapılacaktır bu ülkede. Bir de tasavvurumuzda bir İslam devleti var, oranın da kuralları var. Ben bu ikisini de bilirim. Ben sana demokrasiyi de anlatırım, İslam’ı da anlatırım. Benim bir Müslüman olarak bu sistem içinde tavrım, konumum ‘ tahammül’dedim size.
“EMRE USLU SENİ KİM ÖLDÜRÜR?”
“BURASI ŞERİAT ÜLKESİ OLSAYDI EMRE USLU’YU ÖLDÜRÜRLERDİ”
Burada tahammülden fazlası yok mu? Emre Uslu, “Yalan söyleyen, iftira ve hakaret eden kimseye İslami kaynaklarda fâsık denir, fâsık ahlaksızdır, ahlaksız da şerefsizdir. Bu kişinin şahitliği kabul edilmez, sözüne inanılmaz, kamu görevinde istihdam edilmez, devletin uygun gördüğü şekilde cezalandırılır.’ Burada Karaman şahsım için ‘devletin uygun gördüğü şekilde cezalandırılır’ diyerek ölüm fetvası vermiş, başıma bir iş gelirse Karaman’ın fetvası nedeniyle geleceğini belirtmek isterim.” diye yazmıştı.
O bu ülkede gelmez. İşte hep bunu karıştırıyorlar. Ben diyorum ki, İslam’da budur. Adam diyor ki: Beni öldürürler. “Seni kim öldürür?” Sen zaten her gün bu haltları karıştırıyorsun, elini, kolunu sallayarak geziyorsun. Bu ülke öyle bir ülke. Bu ülkede sana bunu yaparlar demiyorum ben, eğer burası bir şeriat ülkesi olsaydı böyle olurdu, diyorum.
“KAMUSAL GÜNAHIN HERKESE ZARARI VAR”
“KAMUSAL ZARAR TEŞHİR EDİLMELİ”
Baykal’ın ve MHP’li milletvekillerinin kasetlerinin internete düşmesi üzerine yazdığınız “Günah kasetleri ve teşhiri” başlıklı yazınızda, “İslam ahlakına göre "ayıp ve günahlarını gizleyenleri teşhir etmek, bunları örtmek yerine açmak ve haberini yaymak" makbul bir davranış değildir. Ama bunun manası ayıba ve günaha müdahale etmemek de değildir. Çünkü müminlerin bir de "iyiyi yayma ve yaşatma, kötüyü engelleme ve düzeltme" vazifeleri vardır.” demiştiniz. Bu durumda Erdoğan’ın yatak odalarına kadar girdikleri için suçladığı pensilvanya’yı haklı gösterebilir miyiz? Hırsızları ve yanlışları bulmak için örgütlenmek, İslami esaslara göre uygun mu? Bütün bunları kötüyü engelleme ve düzeltme eyleminin bir parçası olabilir mi?
O yazının bütününde bir şey daha var. Herhangi bir günah, bir bireysel olur, bir de kamusal olur. Eğer sizin günahınız, sizin şahsınızla alakası ise bunu teşhir etmek caiz değildir. Bunu islaha çalışalım, diyorum. Bunu islaha çalışmak, adamın evine kamera sokup, sonra ben seni kaydettim diyerek tehdit etmek değil ki. Benim ‘bireyselde’ ıslahtan maksadım şu: “Arkadaş ben senin şöyle bir ayıbını gördüm, bu sana yakışmaz, rüşvet alıyorsun alma, içki içiyorsun içme, zina yapıyorsun yapma, ben seni teşhir etmiyorum, sen gizliyorsan ben de gizliyorum ama ben muttali oldum, bırak yapma” diye nasihat ederim. İkincisi sen kamu ile alakalı bir görev yapıyorsun; milleti, ülkeyi ilgilendiriyor bu, casusluk yapıyorsun, bu ülkenin gizli bilgilerini alıyor ve başkalarına servis ediyorsun. Buna muttali olan insan, takip edecek, tespit edecek, yakalatacak, cezalandıracak. Bunu teşhir edecek, gizlemeyecek bu sefer. Çünkü burada bunu yapmazsa kamu zarar görüyor. Engelleyebiliyorsa engelleyecek, engelleyemiyorsa teşhir edecek, zararın devamını engelleyecek. Bunda çelişki yok. Yapılanlar buna uymuyor. Şöyle uymuyor. Tam aksine. İddia şu: bu ülkenin bazı bürokratları, bu ülkeye ait bazı gizli bilgileri yabancılara servis etmişler. Bununla ilgili insanlar tutuklandı ve muhakeme ediliyor, eğer ceza alırlarsa, bu işlem baştan itibaren meşrudur, gizlenmesi doğru olmaz, bu insanlar takip edilmeli, yaptıkları iş belgelenmeli, cezalarını çekmelidirler. Bu ülkenin bir bakanı gücünü kullanarak, kendisine meşru olmayan bir menfaat sağlıyorsa, siz buna muttali iseniz, öncelikle kendisiyle temas kurarak engellemeye çalışırsınız, eğer bunu yapacağınızı aklınız kesiyorsa teşhir eder engellersiniz. Çünkü bu da bireysel bir günah değil, kamusal bir günahın, herkese zararı var. Öyle bir Bakan varsa, ülkenin menfaati için değil kendi menfaati için çalışır, Bakanlığı da onun için kullanır. Bunu engellemekle yükümlüsünüz ama siz başka sebeplerden dolayı iktidarı düşürmeye karar vermişsiniz. Bu sebeple de iki şey yaparsınız. Bir, olmadığı halde suç uydurursanız, gerçekten bir yerlerde bazı açıklar görür, onları tespit edip, biriktirirseniz…eğer maksadınız ıslah etmek olsaydı biriktirmezdiniz, olur olmaz müdahele ederdiniz, engellerdiniz, engellemiyorsunuz, biriktiriyorsunuz, kötülük devam ediyor, sizin maksadınız kötülüğü engellemek değil, onu kullanarak iktidarı düşürmek ise, o zaman iş değişir, bir olmayan suçu tertip ediyorsunuz, olmayan konuşmaları montajlayarak olmuş hale getiriyorsunuz, bir de olanı anında müdahele etmeyerek bir gün başka bir maksatla kullanmak üzere biriktiriyorsunuz, bu iki iş olmuşsa meşru değildir.
“BANA SORSALAR MUHSİN BEY’İN YAŞAMASI İÇİN FETVA VERİRDİM”
‘Türkiye’nin dostları ve düşmanları’ başlıklı yazınızda Yazıcıoğlu’nu örnek göstererek, “Kamuya ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir.” ifadelerini kullanmıştınız. Bu ifadeler sizi tanıklık sandalyesine kadar götürdü…BBP’nin varsa Yazıcıoğlu ile ilgili sizi anlayamadığı husus nedir?
Muhsin beyi şahseen tanırdım. Muhsin bey, siyasi menfaatini, ülke ve millet menfaatine feda edecek bir kahraman idi. Bunun can ile alakası yok. Askeri rejimler olduğunda kendisiyle temas kurdular, “Sana şu menfaati sağlayalım” dediler. O, “Ben öyle konuşmam” dedi. Demek ki, bu insan öyle erdemli bir insan ki, şahsı için bir menfaat teklif ediliyor kendisine. Bir başkasına zarar verecek, iftira edecek, yalancı şahitlikte bulunacak…. O buna direndi, dedi ki “Hayır ben sizin söylediğinizi yapmam, partim, şahsım için de bu işi yapmam” dedi. Ben bunu biliyordum ya…Şu konuda bir yazı yazdım. Dedim ki : “Bir insanın şahsi bir menfaati var, bir de kamunun bir menfaati var. İslam’a göre şahsi menfaat, kamu menfaati için feda edilmelidir” Benim söylediğimin can ile ölmeyle, öldürmeyle alakası yok. Senin çok güzel bir evin var, oradan devlet yol geçirecek, yol geçirmede kamunun menfaati var, bahçe sahibinin zararı var, kural şudur, bahçe sahibinin zararı tercih edilir. Mecelleden(İslam kanunu) madde zikrettim. Kamu menfaati ile şahsi menfaat yanyana geldiğinde, erdemli bir insan kamu menfaati için şahsi menfaatinden vazgeçer. Buna örnek olarak da, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle anıyorum, dedim. Adamlar bunun içinden hiç alakası yok iken şunu çıkarttılar: “Kamu menfaati için Muhsin beyin ölmesi icap ediyordu, bunu hocaya sordular, dediler ki kamu menfaati için Muhsin beyin ölmesi caiz midir, hoca ‘caiz’ dedi, Başbakan da emretti, adamı öldürdüler” Kel alaka….! Bu memleketin menfaati için Muhsin beyin ölmesi niye gereksin ki? Bir iki gün sonra maksadımı yazdım. Muhsin bey gibi şayibeli kazada ölmüş Eşref Bitlis’i de zikrettim. Bana sorsalar bu kişilerin kamu yararı için ölmesi mi lazım, yaşaması mı diye bana sorsalar, yaşaması lazım diye fetva verirdim, dedim. Bütün bu açıklamaları yaptığım halde iftiralarına devam ediyorlar. Hem ikna oldular, hem anladılar ama yıpratmak ve itibarsızlaştırmak için yapıyorlar.
“BİZ DE BÜYÜK ÜMMET PROJESİ(BÜP) YAPALIM”
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) , ROP (Rus Ortadoğu Planı) ŞOP (Şîî dünyasının bir Ortadoğu projesi) derken, siz de Büyük Ümmet Projesi (BÜP)’ni ortaya attınız. Bu gerçekleşebilir bir proje mi? Dünyanın kurtuluş reçetesi nedir?
İnsan alemde hayal etttiği müddetçe yaşar. Çok imkansız bir şey değil. Bu İslam ümmetinin alim adamları bir araya gelse ve bu akil adamlar …Bu Müslümanların bir kısmı, dost, bir kısmı düşman, bir kısmı düşmanla işbirliği yapmış, niye böyle olmuş, çözüm nerede diye kafa patlatsınlar, 55’i ile değilse de 5’i ile bir araya gelseler, zor da olsa 5 İslam ülkesi; Pakistan, İran, Türkiye, Mısır, Suriye, Irak arasında bir birliktelik kursalar, bunların uygun yöneticileri ve alim heyetleri olsaydı, önce şu 5 ülke arasındaki ihtilafları ortadan kaldırıp, aralarında işbirliği kursalardı, 6.cısı, 7.cisi dahil edilse, adım adım gitse….Böyle bir Ortadoğu, İslam dünyası oluşsa…Olamaz mı, olur…ne mani var? Amerika, İsrail ile işbirliği yaparak, İsrail merkezli büyük Ortadoğu kurmak istiyor. Bununla ilgili dövünmek ve sövünmek yerine biz kendimiz oturup bir proje ortaya koyup, çalışsak diyorum ben. Sen de otur de ki: Büyük ümmet Projesi ortaya koyuyorum ve bunun için çalışacağım de, diyorum.
“İSLAM DÜNYASI YOK AMA POTANSİYEL VAR”
“İslam dünyası diye bir dünya yok” derken de kenetlenememekten dem vuruyorsunuz herhalde.
Şu anda böyle bir dünya yok ama potansiyeli var.
“BARIŞ SÜRECİNDE İKİ TARAFIN İRADESİ DE VAZGEÇMİYOR”
Akil insanlar heyetindeki gözlemlerinizi raporlandırdınız. “Otuz yıldır devam eden çatışmadan en fazla zarar görenlerin, çözümü daha fazla oranda istedikleri görüldü.” dediniz. Sizin de içinde olduğunuz yol-bakım çalışmasında, bölünmeye giden bütün yollar kapatıldı mı?
Çözüm Türkiye için çok önemli. Türkiye’nin düşmanlarının bunu istememesi çok normaldir. Şu anda hem bu taraftan güçlü bir irade, hem de o taraftan güçlü bir irade vazgeçmiş değil, bence önemli olan bu. Vazgeçmiyor, direniyor, ısrar ediyor. O zaman ümit var.
“GÜL VE ERDOĞAN İMTİHANI KAZANDILAR”
Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için: "Gülü tarife ne hâcet, ne çiçektir biliriz" Çiçekler içinde gülün yeri başka olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanları arasında da Gül'ün yeri başkadır.” demiştiniz. Gül’ün görevi bitti mi sizce, Erdoğan’ın yeri daha mı başka olacak sizce?
Bunlar bir bahçede yetişmiş güller. Kırmızı, pembe, beyaz gül…biri gider biri gelir, gül güldür. Nöbet değişikliği gibi bir şey bu. Gül’ün cumhurbaşkanı olduğu günleri düşünürseniz, Erdoğan-Gül ilişkisi söz konusuydu. Birden fazla insan aday gösterilebilirdi. Erdoğan: “Kardeşimiz Gül, adaydır” dedi. Şimdi de onun kardeşi zaman geldi, Çankaya’da görüştüler, oturdular, onun kardeşi de “Kardeşimiz Erdoğan Cumhurbaşkanı adayımızdır” dedi. Burada hariçten gazel okuyanlar için problem var. O ikisi arasında bir problem yok. Bu imtihanı kazandılar. Allahü teala kullarını çeşitli nimetlerle de, mahrumiyetlerle de imtihan eder. Başbakanlık ile, Cumhurbaşkanlığı ile ilgili imtihanını kazandılar. Başbakan Başbakanlıkla, Gül Cumhurbaşkanlıkla ilgili imtihanını kazandılar, hala dostlukları devam ediyor. Kazandı bu demek. Nöbet değişikliği oluuyor, kardeşlik devam ediyor, bunun adına imtihanı kazanmak derler.
“BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI KESİN OLARAK ÇOK İYİYDİLER”
Başbakan, hizmetleri ve halkının hakkı anlamında da mı imtihanı kazandı?
Bunu insanlar tartışabilir. Benim anlattığımın tartışılır tarafı yok. Nöbet değişikliği oluyor şu anda. Birbirleriyle kucaklıyorlar ve gülüyorlar. Ha bana; Başbakan iyi bir Başbakan oldu mu, Cumhurbaşkanı iyi bir Cumhurbaşkanı oldu mu diye sorarsan, kesin olarak çok iyiydiler. Kul kusursuz olmaz. Siz bir gazeteci olarak, eş olarak, arkadaş olarak hiç mi kusurunuz yok. Bir insanı değerlendirirken bütünüyle değerlendirmek lazım.
“ERDOĞAN MUHALEFET HAKKINDA KONUŞMAZSA KAYBEDER”
Erdoğan’ın mitinglerde Ekmelleddin bey ile ilgili küçültücü örneklere yer vermesini uygun buluyor musunuz?
Ona onun ihtiyacı yok halkın ihtiyacı var. Bu siyasetin içinde olmadığımız için biz yanılıyoruz. Bu demokratik siyasette adaylık koyacak, muhaliflerin olacak, sen onlara cevap verip hücum edeceksin, ben demokrasiye neden kötünün iyisi diyorum, bundan. Eğer o bırakalım ne söylerse söylesin derse, benim halkım bilir der oturursa ve kaybeder, oyunun kuralı budur.
“EKMELEDDİN BEY HALKI KUCAKLAYAMAZ”
“EKMELEDDİN BEY KAZANIRSA İKİ FARKLI İKTİDAR OLACAK”
“EKMELEDDİN BEY, KİŞİLİĞİNİN GEREĞİNİ YERİNE GETİREMEZ”
Ekmeleddin bey İslami açıdan nasıl bir aday? Kim kazanırsa da İslam kazanacak der misiniz?
9 partinin adayı deniyor ama MHP ve CHP’nin adayıdır. CHP ve MHP bu halkın tamamını kucaklıyor mu? Hayır. CHP ve MHP’nin adayı da bu halkın tamamını kucaklayamaz. Ya onların adayı olmaz, ya da onların adayı ise kucaklayamaz. İslami bakımdan veya şahsın kemali ve zevali bakımından bakmayacaksınız meseleye. Kimin adayı olma işi seçime kadar mı da devam eder, seçimden sonra da devam eder mi? Yani CHP, MHP Tayyip beye karşı Ekmeleddin beyi aday olarak gösterdiler. “Biz seni memleket için aday olarak gösterdik. Artık, sen seçil bizim aleyhimizde bulun, bizi dinleme, alakamız bitmiştir” derler mi, demezler! Kucaklayıcı bir Cumhurbaşkanı olmayacak. Ne olacak, Sezer ile Ecevit gibi iki başlı bir ülke, masanın üzerinde anayasaların servis edilmesi gibi bir ortamda, birisi kanun çıkartacak öbürü onaylamayacak, birisi birini aday gösterecek, öbürü başkasını gösterecek atamayacak. Böyle çift başlılık devam edecek ve memleket zarar görecek. İki farklı iktidar olacak. Ben bunun üzerinde duruyorum, adayın kişiliği üzerinde durmuyorum, aday kişiliğinin gereğini yerine getiremez. Çünkü aday birilerinin adayı. Çankaya’da MHP-CHP iktidarı, mecliste Ak Parti iktidarı olacak. Bu memleket için iyiyse buyursunlar hayırlı olsun.
Not: Bu röportajın Hayrettin Karaman'ın aile, eğitim ve mesleki alanına ait birinci bölümü çok yakında sizlerle buluşacak.
Yorumlar
Kalan Karakter: