Olduğu kadar ve anılar
Yayınlanma :
15.05.2025 12:37
Güncelleme
: 15.05.2025 12:37
Günlük yazı yazmak kolay iş değil…
Hele de yerel yazıyorsanız, o daha da zor…
Konu bulmak, konuk bulmak “he” deyince olmuyor…
Onun için de arada sırada sporun dışında da yazmak, özellikle de eskilere gidip anıları yazmak hoşuma gidiyor…
Seyrekte olsa bu tür yazılarla, hem anıları tazeliyoruz, hem çocukluğumuza ve gençliğimize gidiyoruz…
Başkaları gibi geç klavyenin başına; aklına ne geliyorsa yaz, salla gitsin, nasıl olsa kimse seni ne görüyor ne de tanıyor…
Palavraları, yalanları ekle peş peşe…
Askerlik anıları gibi!
Hani derler ya zaten, “çok para haramsız, çok söz yalansız olmaz” diye, işte o hesap…
Yazlıklarım var, kışlıklarım var, hanlarım var, hamamlarım var, paşa dedelerim var…
Sedirler’de “Derev” lakaplı, yani yalan-dolan Muzo diye bir arkadaşımız vardı, çulsuzun teki olmasına rağmen, yabancıların daha çok olduğu bir mecliste, tır filolarından, otellerinden, hanlarından hamamlarından bahseder, karşısındakileri de bir şekilde hipnotize ederdi…
Bir gün kendisine, “Ulan bu kadar yalana dolana ne gerek var, doğruları söylesen ölür müsün” dediğimde, verdiği cevap çok ilginçti, “Emmioğlu doğruyu söylesem benimle kimse oturmaz, kimse yüzüme bakmaz, kimse muhabbet etmez, çay bile ısmarlamaz. Yalan söyleyince beni bir şey sanıyorlar, hatta iltifat bile ediyorlar” dedi…
Düşündüm, haklı mı?
Yani…
Bizim “Derev” lakaplı Muzo’nun hesabı, salla gitsin, belki es kaza bir tanıyan eden çıkar diye korkuyorsan, o zaman da ‘vardı!’ dersin olur biter…
Şimdi ben de öyle yaparak başlıyorum tuşlara tıklamaya...
Şaka şaka…
Ben o tür yazarlardan değilim, çok şükür…
‘İlle de yazacağım’ diye, yalana dolana, yalamaya yalanmaya ihtiyacım yok…
Olduğu kadar.
xxx
Bizim mahallemizde “Takavit” lakaplı bir abimiz vardı…
Şimdi toprak garibi olan bu abimiz, nerden öğrenmişse öğrenmiş, her konuşmasının başında veya sonunda ‘emmioğlu’ demeyi huy haline getirmiş biriydi…
Bizim Sütçü sokağının “has” delikanlıları bu yazıyı okuyorlarsa hemen anlamışlardır kimden bahsettiğimi…
Gerçi, Sütçü sokağında ne has delikanlı kaldı, ne de kentsel dönüşüm nedeniyle iki ana bir kuzudan yapılmış kerpiç evler…
Has delikanlıların yerini Suriyeliler, kerpiç evlerin yerini de 6-7 katlı apartmanlar aldı!
Sadece Sütçü sokağı mı?
Sedirler’in tamamı kentsel dönüşüme boyun eğmiş…
Kıyıda köşede birkaç tek katlı, mini bahçeli müstakil evler kalmış olsa da, onların da tepelerine bugün veya yarın kepçelerin veya dozerlerin inmesi muhtemel…
Belki bugün, belki yarın, o evlerde tarihe karışacak!
Neyse ben tekrar Sütçü sokağına ve çocukluğumuza döneyim…
Kıran kırana maçlar yaptığımız, uzun eşekler, fırın yandılar oynadığımız günlere…
Bizden bir üst jenerasyon Menneklilerin Adem’i, Faytoncu Şaban ağanın Çavuş’u, Muhtar Mehmet Ali abinin Muzaffer’i, Zehrabanın Sami’si, Mehmet Emin amcanın Hüsamettin’i gibi abiler, Sedirler İlkokulundan mezun olduktan sonra, kimisi okumaya devam etti, kimisi ise babasının yanına çırak durdu, kimisi de sanayide ya boyacı ya da kaportacı çıraklığı yaparak, bir şekilde hayata atıldılar…
Dolayısıyla da mahalleyi bize bıraktılar…
Bizim jenerasyonda acayip çocuklar vardı…
Mustafa Diril (Sarı), Mevlüt (Arap), Allah rahmet eylesin Savaşanların Kadir…
Boyu kısa olduğu için, onun da bir lakabı vardı, ama hatırlamıyorum…
Rahmetli Menneklilerin Mehmet (Topkaya) vardı…
Bizden bir-iki tık büyük ve uzun boylu bir arkadaşımızdı ve bek oynardı…
Abim, rahmetli “Deli Kaptan” lakaplı Orhan Çınar…
Fena değildi…
Kavga anında dilini çıkarmakla meşhurdu.
xxx
“Dırgamış” lakaplı Derviş Gül mesela…
Obruklu Musa emminin üçüncü hanımından olan Derviş…
Sağlam bekti…
Allah uzun ömür versin, Sütçü sokağını terk etmeyenlerden…
Bir de Dana Mahmut vardı…
Selamsız bir arkadaştı…
Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, sormasan cevap vermeyen sessiz bir arkadaştı…
Bu dünyadan da sessizce gitmiş…
Çok sonradan haberimiz oldu…
Allah rahmet eylesin.
xxx
Mesela Yamık lakaplı Yaşar Nalçaiyi…
Bugün bile sık sık görüştüğüm Yaşar…
Bizim çocukluğumuzda Galatasaray’ın Metin Oktay’ı, Fenerbahçe’nin Lefter’i takımlarının gol makinesiyken, bizim mahalle takımının da “Yamık” Yaşar’ı vardı…
Onun oynadığı hiçbir maçımızı kaybetmedik…
Hele Tarla Mahallesi ile yaptığımız maçlarda o mahallenin korkulu rüyası olurdu Yaşar…
Tabi ki bende…
Hem iyi oyuncu, hem de iyi kaleciydim…
Övünmek gibi olmasın, ilk transfer teklifini çocuk yaşta almıştım…
Tarla Mahallesinden (Civar) lakaplı, rahmetli Cemal Olgunoğulları kaybettikleri bir maçtan sonra, hiç unutmuyorum yanıma gelip, “bizim takıma gelirsen, haftalık 2,5 lira, sinema ve çarşıya çıktığımızda masrafların bize ait” diye bir teklifte bulunmuştu…
Tabi ki kabul etmemiştim…
70’li yıllardan bahsediyorum…
Mahallemizin büyüklerinden Stadsporlu Alaaddin abi vardı, babama gelip “Mehmet abi bu çocuğun iki ayağı da altın, bunu takıma yazdırayım” demişti de, babam “olmaz” diyerek karşı çıkmıştı…
Rahmetlik “Sarı” lakaplı Mustafa Diril’de iyi top oynardı…
Sarı Mustafa’nın en büyük zaafı gaza çabuk gelmesiydi…
İster maç olsun, ister kavga olsun, doldurduğunuz anda Aslan kesilirdi…
Kafasının bir bölümünde kellik olduğu için şapkasız yatağa bile girmezdi…
Mesela yandan bir orta geldi, Sarı Mustafa anında şapkayı eline alır, topa kafayı yapıştırırdı…
Dedim ya, gazı severdi…
Biraz doldurur, biraz havaya sokardık, mağlup götürdüğümüz maçı onunla çevirirdik…
Bazen top yerine kafasındaki şapkayı kaleye top gibi fırlatır, kaleciyi yanıltır ve golü atardı…
Valla abartmıyorum aynen böyleydi…
Yürekliydi…
Hep önde olmayı severdi…
Allah rahmet eylesin.
xxx
Örneğin mahalle kavgalarımız olurdu…
Özellikle Araplar mahallesi ile taşlı-sopalı mahalle kavgaları yapardık…
Ciddi yaralanmalı kavgalar…
Şimdi düşünüyorum da, bu kavgaları niye yapardık, sebebi neydi!!?
İki tarafta Türk bayrakları ile kavga alanına gelirdi…
Kavgayı en çokta top oynadığımız arsada yapardık…
Bazen de sokak aralarında yalınayak başıkabak, taşlı sopalı kavgalar olurdu…
Kavga hikayesi uzun…
Bitirelim en iyisi…
Yazılacak o kadar çok anı var ki, tadından yenmez…
Yaşayan arkadaşlarımızın hoşgörüsüne sığınarak çocukluk anılarımızı ve lakaplarını paylaştık…
Zaten çocukken hangimizin lakabı yoktu ki…
‘Yiğit lakabı ile anılır’ diyelim, ama yine de hoşuna gitmeyecek arkadaşlarımız için de Sürç-i lisan ettiysem, ne olur beni affetsinler…
Hem şunun şurasında kaç kişi kaldık ki…
Ben, Yaşar Nalçaiyi, Derviş Gül, Rıfat Hastürk, Mustafa Savanç sağdan da saysan, soldan da saysan bir elin parmaklarını geçmeyiz…
Çocukluğumuzda çeyrek ekmeği paylaştığımız birisi daha var, ama ismini zikredersem, kendi bir şey zanneder dık dık efe!
Sedirler’in Aliyenler ile Kağnıcılar mezarlıklarına gittiğim zaman, eşimizin, dostumuzun, arkadaşlarımızın, büyüklerimizin yüzde 80’i toprağın altında…
Geri kalan yüzde 20’nin yarısı da ya mahalleyi ya da şehri terk etmişler…
Özetlersem; istesek de istemesek de hayat akıp gidiyor…
Dur durak bilmeden.

Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: