Yüce Allah (cc), Bakara Suresi 44. ayette Yahudi din adamlarına yönelik çok önemli bir uyarıda bulunuyor:
“Siz Kitabı (Tevrat'ı) okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 2/44)
Bu ayet, sadece Yahudilere değil; geçmişte yaşanan bu tavırdan ders alması gereken tüm mü’minlere bir uyarı niteliğindedir. Zira “sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine engel değildir” prensibi gereği bu mesaj, zaman ve mekân üstü bir anlam taşır.
Rivayetlere göre Medine’deki bazı Yahudi âlimleri, Hz. Muhammed (sav) hakkında kendilerine gizlice sorular soranlara “O doğrudur, haktır” cevabını verir, ona uyulmasını tavsiye ederdi. Fakat kendileri, maddi çıkarlarını kaybetme korkusuyla bu hakikate açıkça teslim olmazlardı. Bazıları sadaka verilmesini söyler, kendileri vermezdi. Kimi de Allah’a itaat edin der ama kendi hayatında buna uymaktan uzak dururdu.
Bu tutarsız tavır, sadece onların değil, her çağda dini anlatan ama yaşamayan kimselerin ortak problemi olmuştur. Kur’an, bu çelişkili tavrı açıkça reddeder.
Başkalarına iyiliği öğütleyenlerin kendi yaşayışlarında bunun aksine davranmaları Kur’an’ın kesinlikle reddettiği bir tutumdur. Böyle davrananları Rabbimiz uyarıyor: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylersiniz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır!” (Saf, 61/2-3) buyurulmaktadır.
Hz. Peygamber (sav) de, kendisi yapmadığı halde başkalarına nasihatte bulunanların ne durumda olduklarını şu teşbihle anlatmaktadır: “Kıyamet günü bir adam getirilip, cehenneme atılacaktır. Bağırsakları dışarı dökülen bu adam, eşeğin değirmen taşının etrafında döndüğü gibi cehennemde, bağırsaklarının etrafından dönecektir. Cehennemdekiler etrafına toplanıp, "Sen iyiliği tavsiye edip, kötülüklerden insanları uzaklaştırmaz mıydın (Bu ne hâl)?" diye soracaklardır. Bunun üzerine o adam, "Evet. İyiliği emrederdim, ancak kendim yapmazdım; kötülüklerden insanları sakındırırdım, ancak onları kendim yapardım." açıklamasında bulunacaktır.
İyiliği emretmek elbette güzeldir. Ancak bunu yaparken kendi nefsini unutmak, öğüdün değerini de samimiyetini de yok eder. Başkalarına hak ve adalet tavsiye eden bir insan, önce kendi nefsini bu değerlerle tanıştırmalı değil midir?
Bakara Suresi’nin 40-45. ayetleri, özellikle Yahudi din adamlarını; eski inatlarından, çıkar hesaplarından ve çelişkili tutumlarından vazgeçmeye çağırır. Onlara, Allah’a verdikleri sözü hatırlatır; Hz. Muhammed’in risaletini tanımalarını, namazı kılıp zekâtı vermelerini ve başkalarına emrettikleri iyilikleri kendilerinin de yapmalarını emreder.
Fakat yeni bir dine girmek, eski alışkanlıkları terk etmek elbette kolay değildir. Rabbimiz bu meşakkatin aşılması için şu tavsiyede bulunur:
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derin saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 2/45)
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)
İyiliği emretmek büyük bir sorumluluktur. Ama asıl önemli olan, bu nasihati önce kendi hayatımıza uygulamaktır. Samimiyet, sözle değil; yaşayarak gösterilir. Unutmayalım: Dinin en büyük daveti, dille değil hal ile olur.
Yorumlar
Kalan Karakter: