Ne hazindir ki, toplumda Allah yokmuş gibi yaşayanlar var! Ateistlerden bahsetmiyorum. İnanıyor(muş) gibi görünen fakat inandığı Allah’ı dikkate almayan, hatta ondan yüz çeviren, Allah’ı hayatının dışına iten bir anlayıştan bahsediyorum. Bu çok dehşet verici bir durum.
Böyleleri için XVI. Yüzyıl büyük şairlerinden Fuzûlî diyor ki:
“Kim ki Allah’tan ibâ eyler;
Başka dergâha ilticâ eyler.”
Tam da konumuza ışık tutan gerçekçi bir tespittir bu!
Şairin ifadeleri çok açık ama yeni nesil, bilmediği bir-iki kelime sebebiyle tam anlamını çıkarmakta zorluk çekebilir. “Neden Türkçe yazılmış bir şiir, bugünün nesli tarafından tam anlaşılamıyor?” diyeceksiniz haklı olarak. Bu hazin durum, esasen ayrı bir yazı konusu. Yukarıdaki beyitte bilinmez gibi duran “İbâ” kelimesidir. Sanırım “dergâh”ı bilen de azdır deyip “İlticâ” kelimesini de dahil edersek sayı üçe çıkar ki, bu durum dünün Türkçesinden ne kadar uzaklaştığımızı gösterir.
Halbuki, her şeyine imrendiğimiz batı ülkelerinde durum hiç de böyle değil! Mesela, Fuzûlî ile aynı asırda yaşamış İngiliz William Shakespeare'in şiirleri, roman ve tiyatro yazıları aynı ülkenin çocukları tarafından bugün de orijinal diliyle okunup rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Burada, Fuzûlî'yi anlamadıkları için bütün suçu bizim yeni nesle yükleyecek değilim. Okumadıkları, araştırmadıkları ve öğrenmedikleri için elbette onların da kusurları, ihmalleri, kabahatleri var ama asıl suçlu; dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi geçmişimizden koparıp Türk-İslam Medeniyetine bilinçli bir şekilde darbe vuranlardır.
Tekrar Şiire dönüp Fuzûli’nin konumuzla alâkalı ne dediğine bakalım. Bugünkü anlatımla diyor ki Şâir:
“Her kim ki, Allah’tan, O’na kul olmaktan, O’na doğru koşmaktan yüz çevirirse,
O kişi, Allah’ın dergâhını bırakıp kesinlikle başka bir dergâha sığınmış olur.”
Öz olarak diyor ki; “Allah’a sığınmayan, başkaya sığınır.” Başka dediği şey, Allah dışındaki her şeydir. Gerçekten de, insan zayıf bir varlıktır. Ne kadar da güçlü, kuvvetli, varlıklı, saltanatlı, ünvanlı olursa olsun, mutlaka bir başkasına muhtaçtır. Bu zayıflık ve muhtaçlık, onu başka bir varlığa mahkum ve mecbur eder, kendinden gayrısına sığınma ihtiyacı duyar. İnsan fıtratı budur, değişmez. Eğer kişi, bu fıtratın gereği Yaratıcısı Allah’a sığınmaz ise, eninde sonunda mutlaka bir başka varlığa sığınacak, inanacak, bağlanacak ve bu fıtri ihtiyacını onunla giderecektir. Fakat bunun bir işe yaramadığını, iş işten geçtikten sonra anlayacaktır.
Başa dönerek tekrar ifade edelim: Allah’a inanıyormuş gibi yapıp gerçekte inanmayan, onu dikkate almayan, onu dışlayan, ondan yüz çeviren bir kimse, hiç kuşkusunuz olmasın mutlaka bir başkasına sığınacaktır, ona inanacaktır, onu dikkate alacaktır. Artık o, bu kişinin hayatına yön veren varlık haline gelir. Onun sözünden çıkmaz, izinden ayrılmaz, onun ilkelerini hayatına ilke edinir. Farkına varmaz ki, aslında o varlık da kendi gibi aciz ve muhtaç bir varlıktır.
Şu ayet bu durumu ne güzel ifade ediyor:
“Sizin, Allah’ı bırakıp da bir takım putlar edinmenizin sebebi; sırf bu dünya hayatında birbirinize duyduğunuz sevgi bağları ve aranızda oluşturduğunuz kirli çıkar ilişkileridir. Fakat Kıyamet günü birbirinizi tanımayacak ve birbirinize lânet yağdıracaksınız. Sizin varacağınız yer ateştir; sizi oradan kurtaracak yardımcılarınız da olmayacaktır.” (Ankebut,25).
Allah yokmuş gibi yaşamanın ve hayat tarzını Allah’tan gayrı varlıkların ilkelerine göre dizayn etmenin bedeli ne kadar ağır, tehlikeli ve acı, görüyorsunuz.
Yorumlar
Kalan Karakter: