Konuya, yaşanmış ibretâmiz bir hadiseyle başlayalım.
Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilen kadın müfettiş, bir okulu teftiş etmek üzere yola çıkar. Fakat okul yolunda arabası hararet yapar, araç çalışmaz. Oradan geçmekte olan bir çocuk araca doğru yaklaşır ve yardıma ihtiyacının olup olmadığını sorar.
Müfettiş: “Araçtan anlar mısın?” der.
Çocuk: “Babam tamircidir, ben de bazen ona yardım ederim” diyerek karşılık verir.
Çocuk, arabanın kaputunu açıp motoruna baktıktan sonra müfettişten aracın alet çantasını ister.
Motor aksamıyla birkaç dakika uğraştıktan sonra doğrulur ve müfettişe dönerek: “Arabayı çalıştır” der. Bu ana kadar olanları dehşet içerisinde izleyen müfettiş kontağı açıp marşa basar, araba çalışır.
Müfettiş teşekkür ettikten sonra çocuğa bu saatte neden okulda olmadığını sorar.
Çocuğun cevabı müfettişi bir kez daha dehşete düşürür:
“Efendim, bugün okulumuza müfettiş gelecekmiş ve öğretmenin dediğine göre ben sınıfın en tembel öğrencisi olduğum için benim evde kalmam gerekiyormuş” der ve utancından başını önüne eğer.
***
Nice üstün yetenek, Türkiye’nin çarpık eğitim sistemi içinde işte böyle harcanmaktadır. Ülkemizde ne yazık ki, her şeyi akademik başarıyla ölçen bir anlayış var. Varsa yoksa diploma. Onların da nasıl alındığı ortada. Oysa zeka, sadece dersi ezberlemeyle ilgili değildir; zira teorik bilgiler, meseleyi tek başına çözmeye yetmez. Bunun bir de pratiği, uygulaması, hayata yansıması, üretim becerisi var. Asıl bunu ortaya çıkarmak gerek!
Her çocuk ayrı bir dünyadır ve farklı farklı yetenekleri vardır. Her birinde hiç ummadığınız nice özellikler, beceriler, keşfedilmeyi bekleyen yetenekler gizlidir. Önemli olan, bu cevherleri keşfetmek ve bunları insanların hizmetine sunabilmektir.
Ne yazık ki biz, yıllarca uygulanan çarpık eğitim sistemi yüzünden nice yetenekleri kaybettik. Her öğrenciyi aynı kalıp içinde eğitmeye çalıştık. Uçma kabiliyeti olanı yüzmesi için zorladık, yüzme becerisi olmayanı zorla uçurmaya çalıştık. Oysa, “Hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.” Ama biz, yıllarca bu yanlışı tekrarladık durduk.
***
28 Şubat kararlarıyla İHL’lerin önünü kapatmak için çıkarılan 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, aynı zamanda meslek okullarına da büyük darbe vurmuştu. Güya bunların sıkıntılarını giderme adına 2022 yılında çıkarılan 12 yıllık zorunlu eğitim ise, bazı problemleri kısmen çözmüş olsa da, köklü bir çare üretemedi. Çünkü, oniki yıl boyunca uygulanan bu zorunlu eğitim, sanayi esnafının can damarını kesmiş, küçük yaşta mesleğe yönelmesi gereken nice gencimizin yeteneğini köreltmiş, öğrencileri üniversite kapılarına yığarak adeta vasıfsız diplomalı işsizler ordusu üretmiştir.
Diğer gelişmiş ülkelerde, meslek eğitimi %40-60 seviyelerindedir. Bu durum sanatsal faaliyetlerde, iş dünyasında, endüstride ve sanayi sektöründe ciddi istihdam sağlamakta, ülkelerin ekonomisini kalkındırmakta, gayrisafi milli hasılaya büyük katkı vermektedir.
Bizde ise durum tam tersinedir. Akademik eğitime önem verildiği için mesleğe yönelmeyen 10-18 yaş arası gençler, katma değer üretme yerine vakitlerini kafelerde geçirmekte, zararlı alışkanlıklara yönelmekte, sevgili edinip sokaklarda gezinmektedirler. Böyle olunca da, sanayi esnafımız döne-yana çalışacak eleman aramaktadırlar.
***
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bu konuyu çözmek için uzun süredir çalıştığını biliyorum. Ancak, bir ucu da siyasete dayanan kemikleşmiş yapıyı değiştirmekte zorlanıyor. Alınan tedbirler ve yapılan değişiklikler henüz istenilen seviyeye ulaşmış değil.
Teşhis belli, tedavi belli. Şimdi, müdahalenin kararlılıkla çabuklaştırılma zamanıdır. Aksi halde, büyük çoğunluğu vasıfsız, niteliksiz, yeteneksiz ve yetersiz bir nesil, Ülkemizin en büyük sorunu olacak!
Yorumlar
Kalan Karakter: